3 Kasım 2011 Perşembe

şemsiyem yok, montum yok, çizmem, botum yok ama yağmur var.

yol uzun, yol sıkıcı hakikaten tahammül ve dayanma gücüm kalmadı artık. Durduk yere hiç sebepsiz yere katil olabilirim şu an.

Ne biçim bir insan oldum ben böyle?

Geçende kavga ederken babam da sorduydu. O da çözememiş demek.

30'a üç kala ergenliğe döndüm lan resmen!

Gençlere öneri; her şeyi zamanında yaşayın anac

31 Ekim 2011 Pazartesi

bazen diyorum ki;

biri çıkıp öldürse beni ve kaza süsü verse cansız bedenime. 

tamam fikri Sunay Akın'dan çalıyorum bu fikri ama yürekten istiyorum bunu bazen. Hani mesela şu an...

11 Ekim 2011 Salı

Bugünkü mutsuzluk ve yalnızlığımın tüm sebebi şahsen bizzat kendim olduğu için, kimseyle bir derdim yok aslında. Ama herkes her şeyi üzerine almaya bayılıyor. Misal "biz geldik diye mi suratın asık senin?"  ithamlarına maruz kalıyorum. Halbuki bilseler ne mutluyum kafamdaki seslerle bir başıma kalmadığım için.

hüzünlü değilim benim mizacım böyle. 

Kendimle boğuşuyorum ve evet bu sırada arkadaşlık ve diğer ilişkilerimdeki görevlerimi  aksatıyorum suçluyum.

Mesela geçen gün çok yakın dediğim arkadaşlarımdan biriyle konuşurken öyle bir şey oldu ki, ben hakikaten çok aptal biriyim onu tekrar anladım. Günlerdir o sözü düşünüyorum. Hakettiğim bu herhalde diyorum. Yani yine O'na değil de kendime kızıyorum. Kim ne derse haklıdır, dedim ya ben de çok iyi biri sayılmam.

Her neyse hayat çok garip, vapurlar falan işte. Böyle garip ruh halleri içindeyim uzunca zamandır.


Rina filmini hatırladım madem -ki arkadaşlık üzerinedir film. hatırlamam pek de garip olmadı yani- güzel bir şarkı alıntısıyla devam edeyim. Akşam Güneşi diyeyim. 


Aslında benim bu şarkıyı ilk duyduğum an çok çok güzel bir an, sonra tesadüfen filmde de karşıma çıktı. Bir de Orhan Baba'dan dinlemeyi tavsiye ederim tabii ki.

4 Ekim 2011 Salı

küçük şeylerdir insanı zıvanadan çıkaran

Sevgili kuaförümün saçlarımı boyarken içine ettiği yetmezmiş gibi, "düzeltelim şunları yoksa kazıyacağım o olacak" dediğimde bana "ay bugün olmaz değil yarın gel, hafta sonu kalabalık şu gün gel" dediği de yetmezmiş gibi, "ben anlamam sana bırakıyorum her şeyi" dediğim halde pişkin pişkin "ama sen öyle istediiiiiiin" demesi de yetmezmiş gibi, aradan günler geçmesine rağmen bugün mesaj gönderip "ben dip boyanı yapayım sen  saçını evde yıkarsın" demesi katil olma sebebi değildir de nedir?

 "Ben çoktan hallettim canım o durumu" dedim. Kel kör kendi işini kendin gör demişler. Öyle yaptım.

Hani Göksel, Depresyondayım şarkısında "düşündüm banka soymayı/ hayatımdaki herkesi tek tek vurmayı" diyor ya, banka soymayı düşünmedim de hayatımdaki herkesi tek tek vurasım var yemin ederim.


Ya da tasarruf yapıp tek kurşunla kendimden kurtulsam cem-i cümle rahat eder. Nasılsa kimseye faydam yok oksijen israfı olmaz en azından di mi?

28 Eylül 2011 Çarşamba

Son bir saattir çalışmamak için takı, aksesuar vb. şeylerin resimlerine bakıyorum. Takılar ile olan ilişkimi şöyle bir örnekle açıklayabilirim. Normalde en fazla taktığım şey küpedir ama geçen Pazar ağabeyimin düğünü için kolye falan da aldım taktım bir güzel.

Düğün başladıktan bir saat sonra "Anne şu kolyeyi çıkarsana"  daha sonra "Anne şu yüzükleri çantama atsana" ve en son düğün bitip düğün evinde toplaşınca "Anne, şu küpeleri alsana." şeklinde gelişti olaylar.

En fazla küpeye tahammül ettim yani. Ama işte çalışmamak söz konusu olunca saatlerce takı resmi bakıp "ayyy alsam mı ki bunu?" diyebiliyorum.

Halbuki çalışmam lazım çok çalışmam lazım sonra çalışacak başka bir iş bulup buradan siktirolup gitmem lazım. Ama ne var ki geçen hafta iş ilanlarına bakarken birden hüngür hüngür ağlamaya başladım. Çünkü buradan siktirolsam da gideceğim yerde yine aynı şeyi yapıyor olacağım. Ve ben aynı şeyi yapmayı o kadar istemiyorum ki.

Aslında hiç bir şey yapmak istemiyorum ama o kadar çok şey yapmaya mecburum ki. Sadece çaresizliğime, aptallığıma, bu ezik halime saatler, yollar, geceler boyu ağlıyorum. Ağlamanın beni daha da ezik bir insana çevirdiğini düşünüyorum ve gözyaşlarımı herkesten saklıyorum. Sonra aslında gizleyecek kimse olmadığını yani yalnızlığımı farkediyorum. Bu yalnızlığı kendi ellerimle yarattığımı da biliyorum. Kimseye kızmıyorum. Kimseden nefret etmiyorum. Sadece biraz kırılıyorum ama o kadarını da kafama takmıyorum. Çünkü o kadarını kafama takmaya kafamda yer yok. Sonuçta kimseyle bir derdim de yok. Kendi kendimle mutsuzum.

Hayatımın en büyük sinir krizi anları nevresimin içinde düzgün durmayan yorganlar yüzünden olmuştur. Cidden çıldırtıcı bir durum. Şimdi hayatım o hale geldi. Ruhum bedenimde, bedenim ruhumda eğreti duruyor. Artık kabıma sığamıyorum.

Ve çalışmamak için aylardır doğru dürüst yapmadığım şeyi yapıyor ve blog yazıyorum. Bir de bu kadar derdin tasanın arasında olmayacak duaya amin deyip duran gönlümün ağzına şıçayım diyorum. Bir o eksikti o da tamam oldu.

Aferin bana.


22 Eylül 2011 Perşembe

sayfa 13

...

Bir gün, bir akşam üstü, istasyonla Sergievi arasındaki tenha yolda ağır ağır yürüyor, Ankara'nun harikulade sonbaharını doya doya içime çekerek ruhumda nikbin* bir hava yaratmak istiyordum. Halkevinin camlarından aksederek beyaz mermer binayı kan rengi deliklere boğan güneş, akasya ağaçlarının ve çam fidanlarının üzerinde yükselen ve buğu mudur, toz mudur, ne olduğu belli olmayan duman, herhangi bir inşaattan dönen ve parça parça elbiselerinin içinde sessiz ve biraz kambur yürüyen ameleler, üstünde yer yer otomobil lastiği izleri uzanan asfalt... Bunların hepsi mevcudiyetinden memnun görünüyorlardı. Her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi. Şu halde bana da yapacak başka bir şey kalmıyordu. 


...


*nikbin : İyimser.




20 Eylül 2011 Salı

halbuki oturmuş susuyorduk. o başlattı.

sayfa, 9722.
...

"İnsan kendinden nefret eder mi be abla?" dedim. "Eder. Biliyorum ben de öyleydim." dedi. Sustuk.

"İnsan ölmeyi bekler mi hiç? Ben her gün ölmeyi bekliyordum" dedi. "Bekler. Biliyorum ben öyleyim" dedim.

'İnsan kendi gibi olanı gözlerinden anlıyor biliyor musun?' dedi. Konuştuk biraz. O benim geçtiğim yerden geçeli çok olmuş. Manzara da aynı şeyleri görmüşüz onu farkettik. O varacağı yere varmış. 'Kendine güvenmelisin' dedi. Sustum. Zaten sonrasında dükkanın içi kalabalıklaştı. Birbirimizin gözlerinin içine bakıp gülümsedik.

'Olmuyor' dedim içimden. 'Ben hiç bir yere varamayacağım.'

...





12 Eylül 2011 Pazartesi

sess deneme 1 2

Yarın sabah saat 10:00 itibarıyla İstanbul'dan Gökçeada'ya gitmekte olan bir otobüsün içinde olacağım. Orada ne yapacağım hiç bilmiyorum. İçimde sıkılacakmışım gibi bir his var. Daha nerede kalacağımı bile bilmiyorum sokakta kalmayacağım tabi ama bilinmeze gitmekten de hiç hoşlanmıyorum.

Öyle sırt çantasını kapıp, "hayde yollara düşelim" tarzı bir insan değilim. Ya da ne bileyim Emel yok ya ondan da oluyor bu. Sigara gibi hatun bağımlı mı olmuşum ne? Bir de üstüne üstlük kardeşim de gelemiyor ders kayıtları için Ankara'ya gitmesi gerekiyor. Neyse ki Badi var. Badi dediğim de 16 yaşındaki erkek kuzenim ama tabi ben kendisinin muhabbetini yaşıtlarımınkine değişmem. Olmadı el kızartmaca oynarız o beni yener ben onu döverim geçer yani vakit.

Aslında adada bir düğün telaşesi var ben de tutup o telaşenin içine düşeceğim. Sıkılmayı bırak dinlenmeye fırsatım olmaz belki ama olsun. Uzaklaşmam gerek biraz.

Bak çanta dedim de benim daha bir sırt çantam, bir valizim bile yok. Düşün o kadar gitmiyorum ki o kadar saplanıp kalmışım ki aynılığın içinde bu zamana kadar kendime ait bir valizim bile olmamış. Hep emanetlerle  gittim geldim bir iki günlüğüne.

Ben pimpirikli insanım aslında böyle bir yere gidileceği zaman on gün önceden hazırlık yaparım ama son bir kaç aydır içinde bulunduğum "koy g.tüne rahvan gitsin" rahatlığı burada da elimi ayağımı bağlamış durumda.

Daha kendime bir çanta alacağım, ne götürsem diye düşüneceğim, çantayı hazırlayacağım, kuaföre de gitmem gerek. Bu arada saçları siyahtan kahveye döndürdüm ilkin hoşuma gitti ama sonradan hiç de hoşlanmadım. Şeytan diyor git boya yine siyaha ama işte kuaförüm Tülay ve Emel'in beni eşek sudan gelinceye kadar dövmelerinden korkuyorum. Bir de o 75 TL evlat acısı gibi koydu ki sorma acısı geçsin önce. (cimri adamım ben arkadaş!)

Ben şimdi 'kazı kazan'larımı kazıyayım da tatilde bol bol harcamaya para çıksın derken cümlemi bitirinceye  dayanamayıp kazıdım 1 TL çıktı çıka çıka. (Sonra o 1 TL ile yeni bir tane daha aldım o da gitti olan 2 liraya oldu. Bu kumar hakikaten fena bir şey arkadaş.)

gidiyom ben ya!

gidiyorum da şu dört beş gün sonradan burnumdan gelmesin diye dua ediyorum bir yandan. hala okuyan birileri varsa siz de dua edin olum lan! bak son 5-6 yıldır hiç tatil yapmadım sayılır,  neredeyse 1 senedir depresyondayım, son iki ayım özellikle cehennem gibiydi falan. aslında özümde iyi de bir insanım. sanki hakettim gibi lan.

bir de şu mide ağrıları olmasa

bir de cana can katan sevdannnn olmaaağğsaaa....
aağğğhh buuuu hayat çekilmezzzz

hakkatten çekilmez bu hayat lan öf pöf

depresyonumun ağzını burnunu dağıtasım var insan tatile gidiyorum yazısını böyle mi bitirir ?

25 Ağustos 2011 Perşembe

Çükübik



Böyle bu kadın gibi bir kaç işte birden başarılı olabilen insanlara acayip derecede sinir oluyorum. Karen ablamız aslında model yani bir kaç işi aynı anda yapabilmenin yanı sıra taş gibi de hatun görüldüğü üzere. Ama tutmuş gitar çalmış, şarkı söylemiş falan işin kötüsü çok da beğendim. Stiline de ayrı hayran kaldım o elbise ne kadar da güzel bir şeydir öyle.

Bir Zooey Deschanel bir de dayım var böyle gıcık olduğum. Hele dayım ki bunlara on basar ben de zaten kendisine "her boku bilen adam" diyorum. Ama dayımın bir problemi var Zooey ve Karen ablalarımız gibi taş değil kendisi. Bildiğin kıllı Türk erkeği. O yüzden hala meşhur olamadı. Zaten bizim aileden de değil büyük ihtimalle tüm sülale obezken onun fit bir insan olması çok şaçma. Niye dayımdan bahsediyorum şimdi bilmiyorum. Yetenek denilince aklıma o gelir hep. (Yetenek denince sizin de aklınıza gitar çalıp şarkı söylemek gelmesin.) Pek severiz kendisini. Anne baba demeden önce Celal dayı diyen bir kardeşim var mesela .

O değilde hadi beni geçtim herkes ne kadar da mutsuz şu sıralar...

Yok dayım değil O'nun oğlu Diyarbakır'dan askerden döndü o mutlu şu sıralar. :)


22 Ağustos 2011 Pazartesi

19 Ağustos 2011 Cuma

ağlama sen ben şimdi döverim onu!

2 yaşındaki bebek kafasını masaya çarpıp ağlamaya başladığında sussun diye yalandan masayı döveriz ya hani yeter ki bebek zırlayıp huzur kaçırmasın diye.

Şimdi o operasyonlar, dağ bombalamalar şimdi bebek zırlamasın  sussun diye yapılan masaya tokat atmaktan çok da farksız değilmiş gibi geliyor bana.

e onlar da haklı nasılsa unutuyoruz acımızı. bir de övünüyoruz ya delireyazıyorum.


 oofff ki ne offf!


18 Ağustos 2011 Perşembe

Pazar Akşamları


Şimdi kılıksızım, fakat
borçlarımı ödedikten sonra
ihtimal bir kat da yeni esvabım olacak
ve ihtimal sen
yine beni sevmeyeceksin.
bununla beraber pazar akşamları
sizin mahalleden geçerken,
süslenmiş olarak,
zannediyor musun ki ben de sana
şimdiki kadar kıymet vereceğim ?

Orhan VELİ




Orhan Veli ile bir yerde tanışsaydık eğer ben kesin O'na aşık olurdum.  Öyle bir his var içimde. 






Alpay tutmuş söylemiş efenim bu şiiri müzikli falan pek güzel. dinlemek için, tık








29 Temmuz 2011 Cuma

ceylan, geyik yavrusu değildir



Tamam ceylan  geyik ile akraba olabilir ama bu demek değildir ki, geyiğin küçüğüne ceylan denir. Şimdi ne gerek vardı bütün mekanı birbirine katmaya. İnanmıyor da bize. cık cık cık!

klasik çatlatma pozu


Bu blog dünyasını gerçekten çok seviyorum, blog dünyasından ziyade bana kazandırdığı muhteşem insanları çok seviyorum. O muhteşem insanlardan iki tanesi ile yine çok güzel bir akşam geçirdim.

Canım Geveze Baykuş ve Canım Sadberk;

Ay lav yu len!


Bu arada Sadberk'in ayrılmadan evvel bize ettiği dualara tekrar AMİN :))

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Eşeğimi Buldum



Dün sabah mavi kartın kaybolduğuna kesin kanaat getirince  'Allah'ım beni hiç sevmiyorsun gerçekten nefret ediyorsun benden' demiştim. Çünkü sabahları aksilik yaşamaktan hiç hoşlanmıyorum. Gün içleri ve akşamlarım zaten %99.99 kötü geçtiği için en azından sabah ayılana kadar aksilik olsun istemiyorum.

Ama oluyor. Hiç bitmiyor aksilikler. Bir de akşam yeni bir kart almak için bir saat güneşin altında bekledikten sonra, tam da muradıma erecekken 16:30 da şak diye kapattı mı adam gişeyi? Kapattı vallahi. Gözümüzün yaşına bile bakmadı.

"Yok cidden hiç hoşlanmıyorsun benden di mi?"

Yaz aylarından, güneşten, sıcaktan, terlemekten, leş gibi ter kokan insanlardan nefret ediyorum. Ve hepsinin arasına düşmüş, sabırla beklemişken muradıma eremeden yine ellerim bak boş kaldığından kıçımı avuçlayıp eve dönüyorum.

Cidden hep böyle oluyor. -ya da ben abartıyorum.-

İsyanlar içinde eve döndüm, herkese ağladım sızladım falan. Gece yatmadan önce annemle -zaten hiç dikkat etmezsin sen bişeyine- temalı bir atışma bile yaşadık. Rüyamda mavi kartımla kırlarda koşuyorduk.

Sabah gözlerimi bir açtım. Aslında açamadım hafif araladım (hala aralık ayılamadım bir türlü) bir de ne göreyim annem ve elinde mavi kartım. Bu bir rüya mı acaba dedim. Kendimi çimdikledim. Yok rüya değildi, oradaydı açılmış kenarları, minik metal şeysi ile bana bakıyordu.

Annem 'Allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir sonra buldururmuş. Sen O'na biraz daha yakın olsan neler bulucaksın kim bilir" dedi. Sabah sabah yine soktu lafını sağolsun.

'Aaaa nerede buldun?' dedim fakat annem anlatırken uyumuşum. Saati 07:30 a kurup masanın üzerine koymuş ki uzakta olunca kalkmak zorundayım ya kalktım efendim kalktım. Sonra kapattım yine yattım. Bana pek işlemiyor böyle saati uzağa koymalar falan. Sonuçta ben saat çalmadan bir dakika önce uyanıp alarm sesi duymayım diye kapatan insanım. Saat sekizdi kalktığımda ne giysem, saçları ne etsem, çantam nerde, gözlüklerim nerde, aa sigarayı unuttum dönüp alayım derken saat 10:00 da geldim işe.

Hayat çok garip, kaybedilen eşekler falan.



26 Temmuz 2011 Salı

En kötü kaybımız böyle olsun


Dünyanın en savruk insanı ünvanını en düzgün taşıyabilecek insan ben olabilirim.

Çünkü ben hemen her sene cep telefonu değiştiririm. Bir senenin sonunda o telefon kullanılmaz hale gelir. Haşat ettiğim müzik çalarların sayısı hala tam olarak hesaplanamadı. Kaybettiğim bileklik, yüzük ve küpelerle bir takı dükkanı açabilirdim. Hiç bir eşyam ileride bir gün vintage değeri kazanamaz çünkü hepsinin ömrü bir senedir. Banka kartları, kredi kartlarını falan hiç de özenle taşımam kaybederim, kırarım. Her gittiğim yerde mutlaka bir şey unuturum. Kıymeti yoktur malımın.

Ama bir şey vardı ki altı sene, on ay, on altı gündür hiç yanımdan ayırmadım. O'na da gözüm gibi bakmadım tamam kırık dökük bir haldeydi ama her şeyi kaybettim bir onu kaybetmemiştim.

İnsanlar girdi çıktı hayatıma, aşklar, meşkler geldi geçti de o geçmemişti. O hep benimleydi, hep yanıbaşımda elimin altındaydı. İstanbul'un dört bir yanını onunla dolaşmıştık.

Bugün bir parçamı kaybettim.

Mavi kartımı, aylık akbilimi kaybettim çok üzgünüm.  Daha fazla konuşamayacağım. Siyah çelenk koyup gidiyorum.

Tek tesellim kullanım tarihinin yarın bitiyor olması.

Acım büyük gözlüklerim nerede benim? ühü.


14 Temmuz 2011 Perşembe

Kınama !




- Aloooğğğğ Seval sen Sinop'un neresindendin?
- Ayancık.
- Bir iki gün önce gittik oraya çok güzel yahuu. Denizi, havası, suyu çok güzelmiş.
- Bilmem yaaa ühü :(

Bu telefon konuşması üzerine bu sene tatile gidenleri kınamadığımı farkettim.

Her sene olduğu gibi bu sene de Seval insanı koltuk taksiti, dershane taksiti, kredi kartı ödemesi, evin ihtiyaçları derken kenara beş kuruş koyamamış ve yine bütün yaz mevsimini başkalarının tatil anılarını dinleyerek geçirmek zorunda kalmıştır. Eee tabi hiç kimse de Seval'e sen git biz destek çıkarız dememiştir. Zaten Seval böyle bir şeyi hiç duymamıştır ki. Onu bırak onunla tatil yapmak isteyen Emel'in de tatil planlarının içine sıçmıştır Seval.

Hoş şimdi gidip denizlerin serin sularında arınsam da dönüp yine aynı bokun içine düşeceğimi bildiğimden pek üzülmüyorum ama yine de tatilcileri kınıyorum.  Elimde değil kınıyorum. -bundan şarkı sözü olur bence-

İçimden de "ben köyümü özledim" diye türkü söylüyorum.





* * *
Dün akşam üzeri, telefonun diğer ucundan bir kadın sesi kulaklarıma sonra da kalbime kadar dokundu. Yanımda olsa da uzun uzun sarılsam dedim. Olsa da yesek durumu  :)

Ama olur bir gün o da olur. :)



12 Temmuz 2011 Salı

sevgili günlük

geçen haftadan beri bir uykusuzluk belası ile uğraşmaktayım. bir tek başıma güneş geçtiği gün yani cumartesi günü uyuyabildim. ağrı kesici, zonklayan beyin eşliğinde.

hafta sonu güzeldi de genel olarak şu sıralar hiç güzel haber gelmiyor.

amcamın oğlu, ağabeyimiz hastahanede. her gören kötü diyor. doktorlar bir şey demiyor.

pambık ölmüş. hani şu komşu kedisi. sahipleri, kadının bir hastalığı varmış, adam akciğer kanseri. annem geçen sabah pambık öldü diye ağlarken görmüş kadını . kadının kedilere de alerjisi var aslında ama ayak ucunda uyurmuş pambık.

evdekiler ayrı alem.

dün yaşlı bir adam vardı durakta, yanında oğlu yaşında iki adam, ellerinde market poşetleri, yaşlı adamı bıraktılar durağa, ayrılırken yaşlı adam oğlu yaşındaki adamın elini öpmeye kalktı, adam mahcup oldu. poşettekiler yaşlı adama alınmıştı belli ki.

ben eve gidene kadar ağladım. ki ben kolay kolay ağlamam. şu sıra sinirlerim çok bozuk be günlük.

uykusuzum, başım ağrıyor.

bunca yıldır durup bir nefes almamaktan mıdır acaba bu? dursam ne olacak, şimdi gideyim 10 gün, 15 gün geri döneceğim yer burası değil mi?

hem biz temelli gitsek bile.

bu şehir arkamızdan gelmeyecek mi? sorarım sana.


7 Temmuz 2011 Perşembe

hop dedik orda kal portakal lay lay lay

 Sabahtan beridir bu Ömür Gedik şarkısı dilime takılmış durumda, yataktan kalktığım andan beri bu şarkıyı söylüyorum. Üzerine bir sürü şarkı dinledim, ofiste yalnız olmanın verdiği avantajla bağıra çağıra şarkılara eşlik ettim ama nafile. İçime işlemiş resmen.

O değil de telefonda, müzik listemde Red Hot Chili Peppers 'ın Tell Me Baby şarkısı var  ne zaman çalmaya başlasa klipteki insanlar gibi -özellikle grubun basçısı olan arkadaş gibi- deli deli dans etmek istiyorum. Otobüste olunca zor oluyor.


foto : benim marifetim.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

HAYIR!



bütün gün malak gibi yatıp osura osura uyuyan sonra gece yarısı herkes yattıktan sonra deli dürtmüş gibi evin içince çılgın gibi eğlenen hem de bunu saatlerce yapabilen Pıncır'a HAYIR!


intikamım çok fena olcak olumm!




Yine uykusuz kalmak yetmiyormuş gibi sabah otobüste arıya benzeyen salak bir böcek tarafından ısırıldım. halbuki kendisine hiç bir şey yapmadım. omzumda ne geziyor diye baktım bakınca utandı zaar ondan yaptı :/

5 Temmuz 2011 Salı

2 Megapiksel


Yaz mevsiminin en sevdiğim yanı bizim bahçenin dışarıdan görünüşünün bu hali alması. İçeriden pek de matah değil aslında görüntü yanıltmasın ama sokağa girip de bu manzarayı görmek içimi ferahlatıyor.


Bahçenin dış görünüşüne büyük katkıda bulunan erik ağacının mahsulleri. Önceki senelerde pek verimli olmayan bu yabani erik bu sene coştu. Mahallenin çocuklarını da bizi de eriğe doyurdu. 


Komşu kedisi Pambık. Ama her komşu hayvanı gibi bizimkiler müsade ettiği müddetçe bizim kapının önünde yaşıyor. 


... ama olmaz ki böyle de yatılmaz ki...  
Orhan Veli, Sere Serpe şiirinden. 


Tabi öyle sere serpe yatıp enerji depolanınca gece saatler 01:00 i gösterirken evin içinde deli gibi koşturulup ev dağıtılır. Yoksa nasıl harcanacak o enerji ?


Kedi kıvamında muhabbet kuşu Zeytin. Kedilerden önce hep muhabbet kuşumuz olmuştu ama kediler gelince bu macera bitti . Alışıyorsun çok özlüyor insan ben özellikle kokularını çok seviyorum. 


Bayılıyorum ayakkabılarıma :)


Fındık hanımın son mekanı karikatür dergilerim kendisine yastık ve yataklık ediyor. :)

Ben Bu Akşam

Eve gidip duşumu alıp, ayaklarımı uzatacağım bilgisayarı karşıma alıp fotoğraf makinesindeki ve cep telefonundaki fotoğrafları bilgisayara atıp düzenleyeceğim. Telefonumdaki müzikleri yenileceğim. Bir film izleyeceğim. Ya da bir diziye başlayacağım.

Özetle dinleneceğim.

Şimdi ben ne zaman içimden "bu akşam yan gelip yatacağım" diye geçirsem, mutlaka  ya bir yere gitmek gerekir ya da birileri gelir. Dinlenmeyi bırak on kat daha fazla yorulurum.

Bak sadece içimden geçirdiğimde bunlar oluyor diyorum. Bakalım yazınca ne olacak?

Dudullu'ya gök taşı düşecek tek ölen ben olacağım aha da görersin bak yazıyom buraya. ehi. :) 


* * *
Pazar sabahı 10'da evden çıkıp ertesi gün akşam 19.00 civarında eve döndüm. Bu arada 12 kez toplu taşıma araçlarını kullandım.  Tabiri caiz ise İstanbul'un bir ucundan diğer ucuna dolaştım durdum. Ama iyi oldu, güzel oldu . Arkadaşlar iyidir. 

* * *

Dün yakın arkadaşlarımdan biri arayıp 'sana kuantum bir şeysi yapacağım' dedi. Bende "Ayh ben gülerim ki yapamam" dedim ama yaptık yine çünkü kendisi hayırı cevap olarak kabul etmez, o an için etse bile sonrasında burnumdan getirir muhakkak. Evrenden bir şeyler isteyecekmişiz. Ben böyle şeylere pek inanmıyorum, zorladım kendimi ama elimde değil yapamıyorum, inanamıyorum.

Bir de hayatıma yön veren söz "sikimi keser yerim kasaba et diye müdana etmem" olunca ne evrenden, ne de başka bir yerden bir şeyler dilenmek istemiyorum. (Şu an dibin de dibini görmüş bir haldeyken kendi kendime debelenip iyice boka batmamın sebebi de bu galiba)

Saçma. Bir yandan değişmez bir kader olduğuna inanıp sonra onu değiştirmek için mum yakmak harbiden saçma lan. Tabi bizim dini inancımıza göre diye belirtmeme de gerek yok herhalde ama ben yine de belirteyim. 

 * * *
Pirinç pilavı ve zorla yenilen bezelye, üzerine kısır  ooohhh miissss... değil tabi mide zaten allak bullak hepten aykırı gitti yeminle. 

* * *

Gece gece Mustafa Hakkında Her Şey filmini yayınlayan kanalın ben... Bir yanda Fikret Kuşkan, bir yanda Nejat İşler zor ayrıldım ekrandan. 

* * * 

Kaplumbağadan sonra geçen gece de kocaman bir kirpi gördüm bahçede şimdi bir fok balığı bekliyorum. 

* * * 

Muhabbet kuşu kokusunu özlemişim. Halamların Zeytin koca burnumun deliklerine kaçıverecekti neredeyse. O kadar çok kokladım, o kadar çok öptüm ki  kızdı bana burnumu ısırdı şerefsiz. Gözümden yaş geldi yeminle. Sonra ben de durur muyum yapıştırdım cevabı ısırıp kopardım kafasını tabi. 

* * * 

Şimdi Hilal Cebeci'den aşağı kalacak değilim bu da benim size armağanım yatmadan önceki son halim. Tıklayın.




28 Haziran 2011 Salı

Eniviçivakke



Stepan Hauser ve Luka Sulic diye iki adam tutmuşlar 2Cellos diye bir grup kurmuşlar. Çok da güzel olmuş vallahi. Ben kendilerini çellosever kuzenim sayesinde keşfettim. 


Youtube 'da hızla ünlenmekteler belki de çoktan ünlendiler bile şu aşağıdaki video Youtube'da 614,978 kere izlenmiş. O nedenle bir an önce dinleyip,  "bak len iki adam iki çello ile süper müzik yapıyorlar bak bak izle izle" diyenlere "ayyy sen onları daha yeni mi gördün ben ne zamandır biliyorum hıh" demek için son zamanlar. Elimizi çabuk tutmalıyız. 




27 Haziran 2011 Pazartesi

Bir Şarkı

"Bugün bile o iki İtalyan kadının ne söylediğine dair en ufak bi fikrim yok. Gerçeği söylemek gerekirse, bilmek de istemiyorum. Bazı şeylerin bilinmemesi daha iyi. Şarkının kelimelerle anlatılamayacak kadar güzel bir şeylerle ilgili olduğunu düşünmek istiyorum; kalbinizi derinden etkileyen bir şeylerle. Diyeceğim şu ki; o sesler  en umutsuzca yaşayan birinin hayal bile edemeyeceği kadar uzağa ve yükseğe uzandılar. Sanki güzel bir kuş kanatlarını çırparak bizim tekdüze, minik kafesimize girip duvarlarımızı yok etti ve kısacık bir anlığına da olsa Shawshank'teki herkes kendini bir anlığına da olsa özgür hissetti."

marriage of figaro


Andy, dayak yemek ve hücre cezası almak uğruna o plağı tüm hapishaneye dinletmişti ya hani, en sevdiğim o sahnedir işte. Andy'nin yüzündeki ifade, Red'in hissettikleri.

24 Haziran 2011 Cuma

Usulca

Biz Sibel'le kuaförde tanışmıştık. Bakma aslında yıllardır aynı mahalle de yaşamışız, birbirimizin yanından yürüyüp gitmişiz onca yıl. Aynı insanları tanımışız da o güne kadar birbirimizi tanımak nasip olmamış. -Bülent Ortaçgil'in Eylül Akşamı şarkısı gibi oldu. O Bülent Ortaçgil sever miydi acaba?- 

Kuaförde işimiz bittikten sonra bile saatlerce oturur sohbet ederdik Bir akşam geç vakte kadar oturup birbirimize kahve falı bakmıştık. Çok eğlenmiştik. Kocaman yanaklı, güler yüzlü hani hoş sohbet derler ya öyleydi. Arada otobüste karşılaşır ininceye kadar sohbet ederdik ya da beraber Tülay'a yani kuaföre gider muhabbete orada devam ederdik.

Sabah ofise doğru yürürken Tülay arayıp, Sibel'in vefat ettiğini söyledi.

O daha gencecik bir öğretmendi. Öğrencilerinden bahsederken gözleri ışıldardı. 'Her ölüm erken ölümdür' demiş kim demişse artık doğru da demiş.

Şimdi ben daha ne diyeyim.




Cansu'm bana facebook üzerinden göndermiş bu şarkıyı, sabahtan beri dinliyorum. Diyor ya "gün yine acıya çaldı bir yerde/ ve zaman akışta"

Öyle.

23 Haziran 2011 Perşembe

Kayıtsız Başlık



Sesim kısılana, ciğerlerim patlayana kadar çığlık atarsam, belki o zaman içimdeki sıkıntıyı dışarı atabileceğim.

"Konuşmak" yetisi herkese verilmiş de bunu nasıl kullanacağı konusunda kullanım kılavuzu ellerine ulaşmamış.  -ki biz milletçe kullanım kılavuzu olsa da okumayız.- Bu sebepten ötürü bir çok insanın ağzının orta yerine okkalı bir yumruk atmak istiyorum. Ama yapamıyorum, olan tırnaklarımın battığı avuç içlerine oluyor.

Ya da ben abartıyorum. Hali hazırda bozuk olan asabım kendisine cinnet için sebep arıyor. Buluyor da hınzır...
"Sorun sende değil bende" klişesinin yaşayan tek örneğiyim sanırım.



keşke.


17 Haziran 2011 Cuma

Özür Dilerim

Ben ki bu güne kadar "kahve içmeden ayılamam ben ayol" diyen herkesle dalga geçtim. Şimdi pişmanım. Özür dilerim.

Ey kahve içmeden ayılamayanlar; sizin için neskayfe üçü bir arada  neyse -ben nefret ederim kendisinden-  benim için de çay öyle bir şeymiş anladım.  Bu saate kadar süründüm resmen. "Ne oluyor lan bana?" dedim. "Ölcem mi naapcam?" dedim. Hayatımdan endişe ettim lan resmen. Anlamadım tabi bünyenin çay almayınca böyle olduğunu. Sonuçta öyle cool bi insan değilim ki garip garip alışkanlıklarım, bağımlılıklarım neyin olsun. -Zati çıka çıka çay çıktı. Ne kadar da kıroca ya -

Sabah ofiste yalnız olunca çay yapmamıştım. Öğleye doğru millet gelince çayı yaptım sonra iki koca fincan demli çayımı içip kendime geldim. Dünya varmış. Aaa çiçekler, aaaa bulutlara bak ne güzel...


hayat ne garip lan, kareli masa örtüleri falan.

16 Haziran 2011 Perşembe

Dayımlar Sözlüğü

Kendisiyle Çelişmek ; Bknz. ÖSYM (Ölçme Seçme Yerleştirme Merkezi)


"Sınav görevlilerince salon sınav tutanağı veya raporla ÖSYM'ye sınav kurallarına uyulmadığı bildirilen veya yapılan istatiksel analizlerde ikili veya toplu olarak birbirlerinden yararlandıkları saptanan adayların sınav sonuçları, ÖSYM Yönetim Kurulunca kısmen veya tümüyle iptal edilir. Kopya işlemlerinde aracılık yapanlar varsa bunlar hakkında suç duyurusunda bulunulur. "


hı hı. evet.

Ösym'den konu açılmışken ekleyeyim;

Şaka gibi bu Ösym. Kardeşim 18 Haziran'da matematik ve yabancı dil olmak üzere iki sınava girecek. ilk sınav Ümraniye'de bize göre ebesinin nikahı kalan bir kısmında ki biz de Ümraniye'nin güzide semtlerinden birinde oturuyoruz. Neyse hadi oraya gittik diyelim. Saat 10.00'da başladı sınav 13.00'de bitti. Sonraki sınav 14.30'da ve bu sınav Kadıköy'de. Ulan normal şartlar altında Ümraniye'den Kadıköy'e gitmek en az üç saat. O gün neler olur Allah bilir. E bizim arabamız da yok ki hoş arabayla çıkmak ne kadar akıllıca o da ayrı mesele.

21 yaşında bunlar yüzünden ağır stresten kafayı yiyecek kardeşim. Bu sınav stresi yüzünden annemin tansiyonu, şekeri zaten tavan yaptı. Ben de onlara üzüntümden kendimi intihar edeceğim. Ösym bir ailenin sonunu getirecek.


26 Haziran'da olacak sınavın Kandilli'de olacağından bahsetmedim bile. Kandilli ne alaka abicim ya!!

15 Haziran 2011 Çarşamba

Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır*


Kitaplığımda çok çileli bir kitap var. Alalı iki sene olmasına rağmen ve tüm denemelerime rağmen okuyamadığım.

Her okumaya karar verişimden sonra haftalarca çantamda süründü, sırılsıklam olduğum yağmurlu bir günde çantamın fermuarından süzülen damlalardan nasibini o da aldı, yapraklarında su lekeleri oluştu, cildinin kenarları bozuldu ve ona huzur yoktu iki sene boyunca bir kaç ay arayla bu işkenceyi çekti.Eminim alındığı güne lanet ediyordu

Artık ona eziyet etmekten vazgeçip kitaplığa geri koymadan önce bile evin odalarında oradan oraya savruldu, yastığımın altında konakladı, tam huzura erip yerine ulaşmıştı ki bir sabah tam da evden çıkmış kapıyı kapatacakken birden bire aklıma düşüverdi ismini sayıklamaya başladım. Yaptıklarım az gelmişti sanırım. Üşenmeden çözdüm bağcıklarımı, içeri girip çantama attım ve kararlıydım bu kez okuyacaktım, bitecekti.

Otobüse biner binmez okumaya başladım.Okudukça sevmeye.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden bahsediyorum. İlk kez bir Ahmet Hamdi Tanpınar kitabı okudum. Klasik edebiyata karşı bir gıcığım var sanırım. Kolay kolay okuyamıyorum. Ama o gün abuk sabuk bir sürü kitabın arasında en normal o gözükmüştü gözüme ama sonrasında niyeyse yukarıda bahsettiğim gibi kitabı iki sene süründürdüm.

Ama adını sayıklayarak tekrar çantama attığım günden sonra Hayriciğim anlatsın da ben okuyayım diye koşa  koşa otobüse atıyordum kendimi. Yolculuk bitmesin istiyordum ki İstanbul trafiğini bile sever oldum. Bu güzel kitap elimin altında olmasına rağmen bu kadar geç okuduğum için kendime kızdım. Bolca gülümsedim okurken, her karakteri ayrı ayrı çok sevdim.

Fazla karakterin olduğu kitaplarda yazarlar bazen, bir karakterden bahsettikten bir kaç sayfa sonra onu unutuyor. Konuyu kapattığını zannediyor ama kitabı okurken benim aklım hep o yarım kalmış hikayede oluyor. İlk defe böyle bir kitap okurken bir karakterin hikayesinin sonuna takılmadan devam edebildim. Bu biraz örgüde ilmek atlamak gibi bir şey. Bozuyor işi.Uzun zamandır böylesine güzel bir roman okumamıştım. Yok yok ben belki de hiç böylesine güzel bir roman okumamıştım.

Tekrar tekrar farkına vardığım bir gerçek; her şeyin bir zamanı var. Zamanı gelmediği sürece ne kadar zorlarsan zorla, olmayınca olmuyor.

Sonra ne oldu biliyor musun? Seyit  Lütfullah'ın gaip alemden sevgilisi Aselban'ın O'na hediyesi bir kaplumbağa vardı kitapta ve ben tam da kitabın bittiği bir akşam üzeri bizim bahçede bir kaplumbağa gördüm. Meğer uzun süredir bizim oralarda takılıyormuş. Çeşminigar dedik adına tabi adını bende herkese anlattım hikayesini. Bir hafta sonu bahçe insan doluyken, ayaklarımızın arasında dolaştı aynı kitaptaki Çeşminigar gibi.

Hayat çok garip lan, kaplumbağalar falan..



Keşke bendeki kitabın kapağı böyle olaymış fakat farklı bir yayın evinden çıkan kitap bendeki. 






*Başlık, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden 
* Tablo, İbrahim Çallı'dan

Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!

Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!: "“Seninki kaç santim?” kampanyasının sonucu belli oluyor. Tarım Bakanlığı balıkların ve denizlerin geleceğine Haziran’da karar veriyor. İş işten geçmeden, balıklar tükenmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl."


14 Haziran 2011 Salı

bir KAÇ şey


- Seçimlerin sonucuna şaşanın ben de aklına şaşarım. Sonucun böyle çıkmayacağını düşünmek için bırak bu ülkede yaşamamayı bu dünyadan olmamak gerekliydi. Ben de yenilik olarak sadece bir isim için umut ettim ama onun dışında herkes girdi. 


- Kung-fu Panda 2 çıkmış olumm !!

- Altın Kelebek ödüllerinin sunuculuğunu Ayşe Arman'a yaptırmak neden? Sunucu mu kalmadı ülkede? Ayrıca her sahneye çıkanın söylediğinden anladığım kadarıyla bu çok önemli bir geceydi peki öyleydi de niye ilkokul müsameresi izlermişim gibi bir his uyandırdı. Sunucular akıştan bir haberdi, ödülleri verecek isimler mikrofona konuşmayı unuttu, daha bir sürü şey. Beyazıt Öztürk'ün çabası da bir yere kadar kurtardı. Komiklikler şakalar falan.. Ayşe Arman'ın saçlarının hali neydi öyle yahu? Tek güzel anı Tarkan'ın Tuba Ekinci'ye verdiği ayarlardı.

  

- Model'in albümü daha doğrusu albümlerinin ikisi de güzel hakkatten bak dinledikçe daha güzel geliyor. 

- Yarışma programlarıyla pek aram olmaması sebebiyle ve özellikle grup halinde yarışan yarışmacıların öne geçmek, popüler olmak adına abuk ve sabukluklar yaptığı. İnsanların arkasından kuyu kazdığı, sürekli kavga dövüş ve salya sümük olan yarışmalardan tiksindiğim için "Survivor Ünlüler - Gönüllüler" yarışmasına reklamlarında dahi bakmamıştım. Sonra ekşi sözlük'te bir baktım sayfalarca "Taner" den bahsediyorlar, bende "ulan baya komik adammış herhalde" dedim ve sabredip izledim. Şimdi rastladıkça izliyorum, eğlenceliymiş len  hakikaten. Bence Nihat bu yarışı kazanır abijim. 

- Uyumayınca uykusuzluk çekersin doğal olarak peki uyuyup da hala uykusuz olmak da neyin nesi? Dün alt katta gazete okurken uyumuşum uyandığımda yüzümde seçim sonuçları vardı. 

- Bugün nasıl çirkinim, nasıl çirkinim görsen korkarsın.

- Katy Perry'den  E.T. şarkısıyla yayınımıza devam ediyoruz. Bir süredir sadece Radyo Fenomen dinliyorum güzel oluyor çıstak çıstak. E.T. güzel şarkı ama.

- Yağmur yağıyor ne güzel, ne güzel, ne güzel. 


- Pıncır Olips mentollü şeker ile evin içinde çılgınlar gibi eğlenmesine bayılıyorum. Toplanmış, sağa sola kaymış halılar, devrilmiş mama kapları, etrafa saçılmış mamalar gibi yan etkileri de var ama Pıncır'ın o kocaman olan gözbebeklerini görmeye değer. Bir de şekeri kaybedince gelip bacaklarıma sürünmesi sonra şekeri nerede kaybettiğini göstermesi var ki ağzını burnunu yiyesin geliyor. 

- Evet şimdi sözü Cartman 'a bırakıyorum; 





13 Haziran 2011 Pazartesi

Evrenden Mesajım Var

Tekrar tekrar ve tekrar  ve bunun değişebileceğini sanarak, yine yeni yeniden falan anlıyorum ki; nefret ediyorsun benden ve ben de senden.

Halbuki fena bir sabah sayılmazdı, yağmur çiseliyordu falan gülümsediğimi gördün değil mi?

baammmm!!!

Çakıverdin tokadı enseme "sırıtma lan!!" diyerek.

Bak gözlerim doldu, ağlayasım geldi falan tam toparladım kendimi sonra; baaaammmm!!

Bi siktir git allaseeen.


Evren falan dinlemeyip kafa göz dalacam yeminle ulan bi dur ya bi dur bu ne cenabet gündür yahu!!!

7 Haziran 2011 Salı

Bir Sabahın Anatomisi

07:00 - "Kalk, kalk, kalk, kalk" diye tepede biten anne.

07:15 - Sürünerek yataktan kalkış.

07:35 - Evden çıkış.

07:45- Otobüse biniş.

08:10- Otobüsten iniş, diğer otobüs sırasına koşuş. Arkadaşla karşılaşma, bir sigara içiş.

08:20 - Otobüs sırasında kavga. "Sabah sabah bu ne şimdi yaaa!!"

08:25 - İtiş kakış otobüse binme çabası.

08:25 - 08:55 - müzik - arkadaşla sohbet - geyik yapmaca

09:00 - Zincirlikuyu Kadirbüs durağına varış ve kalabalığı görüp ağzı açık kalış. "Sabah sabah bu ne şimdi yaa!!"

Aynı anda bir flashback yaşayış;

08:00 - Radyo açılır Nihat Sırdar der ki; Okmeydanı'nda Hollandalı bir Kadirbüs bozulmuş Kadirbüs yolu tıkanmış.  Sonra Seval der ki; Bir saate kadar yol açılır herhalde o kadar da kötü değildir canım!!

09:01 - Aklıma sıçayım bu şehirde ne düzgün yürümüş ki diye diye Mecdiyeköy'e gitmek için Zincirlikuyu otobüs durağına geri yürüyüş.

09:07 - Zincirlikuyu'dan Mecidiyeköy otobüsüne biniş.

09:07 - 09:30 - E-5'in orta yeri olan Kadirbüs yolunda yürüyen bir sürü insanı görüp "ohhaa ohaaa" deyiş. Normal bir günde sadece bir otobüs arızası ile bu hale gelen trafiğin -ki bu arada arabalarındaki insanlar metrobüs yolundan yürüyen insanlara baktıkları için normal yoldaki trafik de felç- olağanüstü bir hal olduğunda ne hale gelebilceğini düşünüş. Ondan sonra olağanüstü hal ne lan bi yağmur yağınca da oluyor bu deyip kendi kendine gülüş.

09:30 - Ali Sami Yen durağına varış. (ki bu mesafe aslında çok da uzun bir mesafe değil.)

09:40 - Perpa'ya gidecek otobüse biniş.

10:00 - İş yerine varış.

10:01 - Klimanın çalışmadığını farkediş.

10:02 - Servisi arayış ama o servisin bizim klimaya bakmayışı.

10:10 - Asıl servisin numarasını bulamayış.

10:10 - Çıldırışşşşşşşşşşşş


Buyrun efendim bir de şuradan bakın İstanbul'a. Yahya Kemal Beyatlı'nın öyle tepeden baktığındaki gibi "aziz" görünüyor mu?

2 Haziran 2011 Perşembe

Kısır - Kıtır - Katır -Batır - BATIL


"Bir seneye nasıl başlarsan öyle gidermiş" derler ya hani doğruymuş lan!!! Böyle sözleri batıl deyip de götünüze takmamazlık etmeyin.

En son bulgurun buğdaydan olduğunu öğrendiğimde bu kadar çok şaşırmıştım. Gülme lan!! Ben öyle pirinç gibi, fasulye gibi bir bitkiden yetişiyor sanıyordum.

Nasıl da kötüydüm yeni yıla girerken Allah seni inandırsın hala öyle kötüyüm. Ya aslında ben eskiden de pek bi hıllım bok değildim de neyse... Şimdi kurcalamanın anlamı yok.Tecrübeyle sabit diyorum daha ne diyeyim arkadaş.

İşte böyle yeni yıla kötü girdim, kötü gidecek hep böyle diye ağlanıp sızlanırken,  bir şimşek çaktı, bir ampul yandı falan. Ulan!! ('Ulan' burada Arşimet'in 'evreka'sı yerine kullanıldı. Daha samimi bence, daha böyle şey hani yüksek dağlardan inan ılgıt ılgıt esen rüzgar gibi falan. hı hı evet ) Şimdi anladım ki; şahsen bizzat benim kendimin ve ailemin bu istikrarsız hali ve elimizi her attığımız işte bir yere varmak yerine "ellerimiz bak boooğğğşşş" kalınca götümüzü avuçlamamızın nedeni batıl deyip de bi tarafımıza takmadığımız bu inançlar.

Kimsenin istemediği kara kedileri eve aldık bir değil, iki değil, üç kara kedi besledik lan biz. Üç kara kedi üç nesil sürer lan bu uğursuz hal. Evde boya badana yaparken neyin merdivenin altından geçip "ehehuhuehe bak bişe olmuyo la" dedik eğlendik. Amma çok ayna kırdık. Üff annem ne biçim dövdüydü. Ordan anlamak lazım işte ama geç basıyor kafa. Dayak yiyorsun hala ne uğursuzluğu diyorsun.

Allah akıl dağıtırken ben büyük ihtimalle kara kedilerin peşinde koşuyordum.

Yahu hele o nazar boncuklarına ve nazar boncuklu eşyalara da ayrı ifrit olmuşumdur her zaman. Kara kedi görünce saçını çeken insan gibi nazar boncuğu görünce saçımı çekmişimdir.

İnsan niye nazar boncuğu taşır lan üzerinde? Takan kişi "Çok güzelim, çok şahaneyim, off süperim, kötü gözler uzak durun benden eminim beni kıskanan bi sürü insan var of şahaneyim lan wuuuhuuuu!" demek istermiş gibi geliyor.

E hani alçakgönüllük falan vardı öyle olan iyiydi hoştu falan?

Yaaaa bırak ezik lan o alçakgönüllülük ne ? Özgüven eksikliğinin bile eksikliği o iş. Takacaksın nazar boncuğunu boynuna, koluna, sütyenine, donuna falan...

Neyse ya uzatmayayım, dedim ya keyfim yok... Ben şimdi çok pişmanım. Ben ettim siz etmeyin. Yeni yıla güzel girin, merdiven altından geçmeyin, kara kedi görünce saçınızı çekin, bir nazar boncuğu mutlaka bulunsun üzerinizde.

Ben de şimdi gidip at nalı bulacağım bir yerden.

Velhasıl-ı kelam o at nalını alıp da... boynuma asmadan, tavşan ayaklarını sütyenime sıkıştırmadan, kara kedilerin götüne parmak atmadan düzelmeyeceğim. Yani en azından ben başka yol bulamıyorum şimdilik. Önümüzdeki yıla en azından iyiymiş gibi girmeyi planlıyorum. Olmadı şimdi gider Çinlilerin yeni yılları ne zaman ona bakarım onlar farklı zamanda giriyor ya bizden gider bir de orada girerim yeni yıla.Domuz yılı olmasa bari... Töbe estağfurullah.

Neyse domuz yılı, it yılı falan ayırmıycaz gircez artıhk napak....





Öyle işte..

16 Mayıs 2011 Pazartesi

delir ey azdım!

Aslında blog yazma işini sonlandırdım, blogu sildim fakat blog ismi olarak kullandığım "delireyazdım" ismini başkasının alabilecek olması beni biraz üzerdi, biraz üzerdi diyorum kahrolmazdım tabi ama üzülür insan yani yoksa ne üzülücem banane koy götüne rahvan gitsin arkadaşım!!  Neyse işte ben de o yüzden sonradan keşke dememek için 'amaaaannn be yaauv yazmasak da dursun kenarda' dedim. Koskoca internet bi ben mi fazla geldim. Aslında bir kenarda birşeyler tutmak hiç adetim değildir.

Sonra bog isminin durumunu düşünürken, aklıma son zamanlar da hepimizin gündeminde olan 'internet sansürü' konusu geldi .

Acaba diyorum delireyazdım'ın sonundaki "azdım" blogumu filtrelerden geçirmez mi acaba? Yani yakında her halükarda kapanma olasılığım var mı? :)

Kapanacaksa söyleyeyim Baykuş'a da yaz diye boşuna motive etmeye uğraşmasın. :)

15 Nisan 2011 Cuma

Yurtdışından hangi program formatını alsak diyen televizyoncuya öneri;

Televizyon yapımcıları yurtdışından Amerikan Idol formatı yerine Later With Jools Holland programının formatını kopyalasalardı bugün harbiden müzik yapan insanların, grupların varlığından bir haber yaşamazdık. Kendi dilimizde, kendi müziğimizle avuturduk kendimizi belki. Elin gavuruyla ne uğraştırıyorsunuz bizi bilmem ki.

Milyonlarca liralar harcandı o prodüksiyonlar için, her hafta binlerce insan yarışmacılara oy göndermek için cep telefonu faturalarını kabarttı. Her hafta Bülent Abla'yı televizyonda görmek zorunda kaldık -ki bu benim için çok zor bir durum ciddi ciddi korkuyorum ben o kadından yahu. Sonradan aklıma geldi Mecidiyeköy'de dev bir binada dev bir afişi vardı o da korkunçtu bak- Armağan Çağlayan diye bir adam girdi hayatımıza. İnsanlar birbirlerini aşağıladı, birbirlerine bağırdı çağırdı. Peki elimizde ne kaldı? Müzik dünyasına ne kazandırdık.

Yapılan bir çok Popstar yarışmasından aklımda kalan tek isim Bayhan. Niye diyecek olursanız kendisine ultra ultra gıcık olmam ve bunu bilen bir çok muzır arkadaşımın gecenin bir vakti bile arayıp Bayhan dinletmesi. Beni gören herkesin onun gibi şarkı söylemeye başlaması falan...  Yarışma bitip de popülerliği sona erene kadar kabus dolu günler geçirdim. Allah'tan yarışma finalinin ertesinde kimse onları hatırlamıyor.

Neyse efenim...

Demem o ki Jools Holland'ın programı gibi bir program olsa televizyonda ve işi "müzik" olan adamlar çıksalar, her biri müziğin farklı bir yönünü keşfettirse bize bir iki parça dinlesek. Müzik üzerine kısa muhabbetler edilse, cıvıklaşmadan gitse ve bir hadi bilemedin bir buçuk saat sonra bitse program olmaz mı?

İlla cıvıklaşıp rezillikler mi yapılmak zorunda televizyonda? Müzik programı denilince çirkin abiye elbiseler giymiş kadın solistli, konuşmayı beceremeyen arabesk şarkıcıları olan, bir önceki türküde ağlanıp hemen ardından gelen türküde göbek atılan bir program mı olmalı? Böyle devam ederse Şener Şen'in Çıplak Adam filminde yaptığı gibi camdan dışarı fırtalatacağım televizyonu, sonra babam beni öldürecek bu çile bitecek.

Televizyon yapımcıları daha iyisini yapana kadar en iyisi bu diyerek sizi İzzet Yıldızhan Show'dan bir parçayla baş başa bırakıyorum.

Yok lan!

Later With Jools Holland programındaki canlı performansıyla Beirut grubu, Sunday Smile şarkısını bizim için çalıp, söylüyor. Bizde öpüyoruz Zach'ı .




Elin Amarıkalısı Balkan müziğinin dibine vuruyor biz burada bir şarkıda üç saniye akordeon sesi duyunca mutlu oluyoruz ya o da ayrı mesele bak...

10 Nisan 2011 Pazar

Bruno Mars - Grenade




Bruno Mars ve son zamanlarda dinlemeyi en çok sevdiğim şarkısı Grenade.


Ben senin için elimde bir el bombası tutardım, bıçağa elimi uzatırdım, bir trenin önüne atlardım ama sen beni bıraktın gittin alçak kadın tadında bir şarkı.


Onu geç de müzikler güzel müzikler...

8 Nisan 2011 Cuma

Yann Tiersen - Rue Des Cascades




Son günlerde "tatmin"le yatıp "tatmin"le kalkıyoruz. YGS şifresi vardı-yoktu, açıklamalar tatmin etti-tatmin etmedi. İptal mi olacak-olmayacak mı ne olacak?

Bu sabah Candaş Tolga Işık ve Güçlü Mete radyoda yaptıkları programda üç dakika içinde kaç kere "tatmin" kelimesini kullandılar sayamadım. Şahan tv programı  yaptığı zamanlarda, Haydar Dümen'li bir bölüm vardı. Şu bölüm. Hep o geliyor aklıma.

Neyse efenim günün şarkısı canım kardeşimin sınava girmeden önce okul kapısında mırıldanarak sakinleşmeye çalıştığı şarkı.

Stresten bütün gece uyuyamayıp deliye dönen kardeşimin mırıldandığı şarkı.Ben vakti zamanında kendisine dedim seni şu cemaatin dershanesine yollayayım hayatın kurtulsun diye de kabul etmedi. Haketti bunu yani.

Yann Tiersen her daim bana huzur vermiştir. Belli ki kardeşim de biraz huzur arıyordu. Ama huzursuzluk sadece üç saat sürecek zannederken, bitmedi gitti.

7 Nisan 2011 Perşembe

DSS- Gayret Et Güzelim

Cumartesi günü, arkadaşımızın nikahından çıkıp Ersin'le Emel'i eve bıraktıktan sonra köprü trafiğinde ilerlemeye çalışırken radyoda eski bir şarkı çaldı. Biz eski şarkılara daldık, Düş Sokağı Sakinleri dedik elbette. Çok dinlerdik eskiden, Adapazarı'ndayken.

-Ersin tek katlı üflesen yıkılacak bir evde otururdu, kar yüzünden tutsak kalmıştık şehirde bütün günü elektrik sobasının önünde çay, kahve, sohbet ve şarkılarla geçirmiştik.-

  "Ben dinleyemiyorum artık onları" dedim. Bana iyi şeyler hatırlatmıyor.

Dinleyemiyorum. Hep aynı kötü günler canlanıyor gözümün önünde. Uykusuz geceler, mum ışığı, Gayret Et Güzelim, gözümde donan yaşlar, içimde oturan taşlar. Uykusunda bile ağlardı. . . Gayret et güzelim derdim geçecek. Ama böyle bazen geçmiyor. Zaman siler her şeyi diyorlar ya silmiyor. Silmiyor. Gençlik ve güzelliği yok etmekte ki acımasızlığını, acıları silmek için kullanmıyor zaman.

Sensizlikten olsa gerek çekilmez oldu buralar...






Biter elbet bu yağmur... 

6 Nisan 2011 Çarşamba

Kehanetler

 Bir gün, yüzyıllar sonra belki de şu koca dünyada taş üstünde taş kalmayacak, belki de her şeye yeniden başlanacak, belki de her şey farklı olacak.




Yüzyıllar sonra...



* Türkiye'de herkes başörtüsü konusunu tartışırken, zamanın hükümeti taş üstünde kalmayan taşları tekrar üst üste koyma işini, asıl işi ayakkabı boyacılığı olan emmioğluna verecek . Tüm taşlar yerine oturduktan hemen sonra nereden geldiği belli olmayan bir kedinin osuruğuyla yeniden insanların başına yıkılacak şehirler. Ve Türk'lerin soyu  tükenecek. (evet evet kedi osuruğunda kabahat doğru anladın)


* İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bundan yüzyıl sonra da ulaşımı 1990 model İkarus'larla sağlamaya devam edecek. Öyle Geleceğe Dönüş filminde gördüğün uçan arabalar falan olmayacak yani. İkarus'la devam yola...


* Anneler, babaanneler, anneanneler yıllarca atmayıp, attırmayıp özenle sakladıkları plastik dondurma, yoğurt ve peynir kutuları ile yeni şehirler inşa edecekler. Yeni millet meclisinin duvarlarında tava yoğurt, keçi peyniri yazılarını okuyup, Sütaş'ın mutlu ineklerinin resimlerini görebileceğiz.


* Metrobüste 1 durak gidersen: 1 Çeyrek altın, 2 durak gidersen; 2 Çeyrek altın vereceksin. 3 duraktan sonrası için beşi bir yerde vermek zorunda kalacaksın. Ayrıca metrobüse binmek için kırmızı pasaport sahibi olman gerekecek.


* Ölümsüzlüğün formülünü bulan Melih Gökçek Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığına devam edecek. Bitmeyecek o başkanlık. Ankara'nın meşhur Tunalı caddesinin ismi Melihli olarak değişecek. Kuğulu Park'da Melihli Park olarak değişecek. Parktaki kuğular kızartılıp yenilecek, kuğuların yerine Melih klonları kuğu gibi süzülecek gölette, havuzda.


* Benzine gelen zamlar otomatiğe alınacak. Öyle arada bir falan değil de her gün düzenli olarak %50  zam gelecek. (bu pek kehanet olmadı sanki)


* Cartel hala bir numara olacak. tıklayınız (bak dediydi dersiniz)


* Nihat Doğan yeni bir dinin peygamberi olacak. Tüm dünya onun izinde gidecek çünkü tek bir din olacak o da Nihat'ın olacak.


* Siz bilgisayarda film, dizi seyrederken ya da çalışırken "internet var mı bunda kalk sen bi fesbukuma bakcam" diyen insanlar hala olacak. (Üzgünüm)


* How I Meet Your Mother 'daki annenin kim olduğunu asla öğrenemeyeceğiz. Sheldon'un da seviştiğini asla göremeyeceğiz.


* Yaz akşamları sahillerde "Akdeniz Akşamları" şarkısını çalıp söyleyen er kişinin çükü koparılacak.


* Öykü Serter yarışma programlarında sunucuk yapmaya devam edecek. (Melih'ten ölümsüzlük formülünü almış olsa gerek)



to be continued...

5 Nisan 2011 Salı

Vega - Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı




Vega'yı içimizi ürperten, gıcık eden, sinir eden "Tamam Sustum" şarkısıyla tanıdım. -Şarkıdan ziyade vokaldi tabi bunları yapan.- Ne diyor bu kadın yahu deyip de bir kulak verince ve diğer şarkılarını da dinleyince "hımmm hiç de fena değilmiş" dedim. Sonra "ooo baya iyiymiş" dedim. Sonra sağda solda "ben Vega'yı çok severim" de dedim. Yaptım bunu.

Sabah yolda dinlerken "ama bu kadar da yalan olmaz" dedim. Bir ara "evet evet bu sabahların bir anlamı var lay lay lay" demişliğimde var.  Ruh halime göre anlamı değişen, ismini söylerken bile yorulduğum parça.

Sen nasıl istersen öyle...

3 Nisan 2011 Pazar

REM - Losing My Religion

Dün yakın arkadaşlarımdan birinin nikahı vardı.Aslında son zamanlarda sık sık kendisine "yakın" demek doğru mu diye düşünüyorum.

Neyse efendim dün de bugün de bu şarkı karşıma çıkınca hazır da bilgisayar başına oturmuşken Pazar şarkısı bu olsun dedim.

Pek bi tatsızım son zamanlarda. Güzel şeyler yok değil hayatımda fakat şöyle bir durup uzaktan bakınca kendime ... Özetle; losing my religion..

31 Mart 2011 Perşembe

Yüksek Sadakat - Live İt Up




Çok başka bir şarkıyı 1354842451873. kere dinlerken birden bire aklıma geliverdi "live it up, live it up" diye sayıklamaya başladım. Ne alaka ben de anlamadım açıkcası.

Bir kaç kere radyoda dinlediğim aklımda kendine gizli bir yer edip birden bire çıkan şarkı, 2011 Eurovizyon şarkımız "Live İt Up"

Ben şahsen bizzat kendim beğendim. Yüksek Sadakat'ı da pek severim.

28 Mart 2011 Pazartesi

Yael Naim - New Soul



Benim ruhum tamamen eskimiş ve yıpranmış dahi olsa da...

Sinirlerime hakim olamayıp, yıllarca özene bezene hayatımda tuttuklarımı tek tek ebediyete yollamaya başlamadan önce sakinleşmeye çalışmalıyım. -Sanki Sura benim de kulağıma " kill them all" - diye fısıldıyor.

Müziğin sakinleştirici etkisini kullanmalıyım. Bugün Yael'ciğim bize New Soul desin. Böyle lay lay lay...Yarına bakarız Allah büyüktür."Çıkmayan candan ümit kesilmez" demiş atalarımız.



Yael Naim ismiyle tanışmamı sağlayan Guguk Kuşu'na buradan bir selam çakıp, sıkıcı işim ve hayatıma geri dönüyorum. Kendisin diğer şarkıları da dinlenesidir.

18 Mart 2011 Cuma

Elvis Presley - Don't Cry Daddy


Elvis Presley-Dont Cry Daddy | video.mynet.com

Vaktine yetişebilmiş ve onunla aynı ülkede olmuş olsaydım, "öyle herkesin bayıldığına ben bayılmam" tarzında "cool" bir davranış sergilemezdim. Entellektüel kimliği siktir eder, "Elviiiiğğğğğsss" diye çığlıklar atan çılgın hayran olurdum ama yetişemedik o günlere.

-bak evlat eskiden buralar megabayt megabayt bizimdi.


Aslında dostlarla geçen süper bir akşam ve günlerden cuma olması, hadi onu geçtim bir gaza gelip internetten sipariş ettiğim elbisenin cuk oturması falan aslında süper bir gün bugün. "Blue suede shoes" tadında bir gün ama bu şarkıyı hepsinden daha çok seviyorum.

17 Mart 2011 Perşembe

Lena - Satellite



Bazen sabahları gözlerim açılmayı istemez, yataktan çıkmak sanki deveye hendek atlatmak gibi  zor bir eylem haline gelir. Saçımı bir şekle sokamam, giyecek birşey bulamam. Havanın günlük güneşlik olması da canımı sıkar böyle durumlarda. Ayaklarım yürür fakat ruhum ve aklım paçalarıma tutunup ardımdan sürünür. Öyle bir gün bugün.

Sonra radyoda eğlenceli bir şarkı dinlersin.  Sebepsiz yere neşelenirsin...

16 Mart 2011 Çarşamba

Sia - Soon We'll Be Found



Sia 'nın en sevdiğim şarkılarından ve video kliplerinden birisi.

Şimdi kayıbız fakat yakında birileri bizi bulacak. 

11 Mart 2011 Cuma

Dinlenir ki bu




"koşmayı bıraktığın gün, vardığın gün olacak" diyor. Bilmiyorum doğru mudur?

Neyse biz en azından bir süreliğine gölgeleri kovalamayı bırakıp sadece yolculuğun tadını çıkalım.

3 Mart 2011 Perşembe

Farkı Bulalım


İnternet sitelerine erişimi engelleyen mahkemeler ile kıskanç sevgili arasındaki 7 farkı bulalım.

28 Şubat 2011 Pazartesi

TOP10

Aslında uzunca bir süre önce hazırlayıp nedense yayınlamadığım bir "Top10" listesi bu. Monoton bir hayatım var inkar edemem. Uzun kış geceleri yapacak bir işim yok, televizyondaki herşeyi izleyemem, hafta içi dışarıda olmaktan zaten yeterince bunaldığım için hafta sonları bakkala bile çıkmıyorum, yalnız başıma film izlemekten hoşlanmıyorum, film seçmekten hoşlanmıyorum, otobüslerde kitap okumaya çalışmaktan gözlerim iyice harap oldu okuyamıyorum. Geriye eğlencelik bir tek diziler kalıyor. Kışı uykuyla değil de diziyle geçiren bir ayıyım ben öyle düşünün. (evet bir sevgilim yok)

Bana göre ıssızda köşeye çekilip ağzı burnu dağıtılasıca dizi karakterlerinin Top10  listesi aşağıdaki gibidir efenim;


1. Spartacus - Ilihtya ; Spartacus Blood and Sand dizisinin birinci sezonu izlemeyi daha yeni bitirdiğim için olsa gerek, gıcık olduğum dizi karakterlerinin başında şu sıralar birincilik Ilihtya karısının. Aslında Blood and Sand'ın üzerine Ilihtya'sız altı bölüm Gods Of The Arena izledim ama dizinin bu "arayı soğutmayalım abi"  bölümlerinde rol almamasına rağmen hala kendisine gıcıklığım devam etmekte. Elime geçirsem ağzını burnunu dağıtırım yeminle.



2. Dexter - Lila ; Yanlış hatırlamıyorsam dizinin ikinci sezonunda, canımız ciğerimiz, ailemizin seri katili Dexter'e musallat olan Lila sana olan kinim hiç gitmeyecek. Şu beş sezon boyunca onca kişi musallat oldu Dexter'e ama bunun kadar kimseye gıcık olmadım. Döverim lan ben bunu!!



3. Binbir Gece - Kaan ; Çocuklardan hoşlanmıyorsam birinci sebebi de aha bu çocuk.Hani böyle sürekli tüküren, oradan oraya koşan, vuran, tekmeleyen çocuklar vardır hani sevimsizlerdir. Bu öyle bir tip de değildi ama cidden sinir olduğum dizi karakterleri arasında ilk sıradan buralara düşmüştür. O kadar yani o kadar... Efendi çocuk mu olur lan çocuk dediğin zırzop olur.


4. Annem dizisindeki kız ; Karakterin adı neydi bilmiyorum gugıla "annem dizisi" yazdım fotoğrafı da öyle buldum. Ben bu dizinin en fazla bir bölümünü izlemişimdir -o da mecburiyetten- ama televizyonda dizinin fragmanlarında hep sorunlu, hep ağlak, hep bir isyankar ergen modundaki bu karaktere de fena derece de sinir olurum. Öldürülesi karakterler arasındadır. Dizi kaç sene sürdüyse bu karakter ergenlikten çıkamamıştır. Zaten etraf ergen kaynarken bir de televizyonda hiç çekilmiyor anacım hiççç!!


5. Muhteşem Yüzyıl- Mahidevran ; Bu sene çok severek izlediğim dizilerin arasında Muhteşem Yüzyıl. Ama Mahidevran... Yok olmuyor şekerim "Ben Haseki Sultanım" diye gezinmek yetmiyor.  Hırsından gözü kararıp aptalca işler yapan, kurtulayım derken batan kadınlardan dizi karakteri dahi olsa hazzetmiyorum.  (Bu arada Nur Aysan çok güzel bir kadın ama çok zayıf. Kostümlerle de birleşince bana Tim Burton'un "Ölü Gelin"ini hatırlatıyor. )


6. Behzat Ç. - Eda ; "Sorun bende değil Eda! Sorun sende!" diyorum daha da bir şey demiyorum.


7. The O.C. - Alayı ; Dizide sevilesi karakter var mıydı diye sorsan, Seth karakteri belki. Yine de izliyor muydum? Evet izliyordum. Hatta bir ara Emel'le kalıyorduk "şu diziyi izlerken, maç izleyip karısının yüzüne bakmayan kocalar gibisin ühühühü" diye sızlanıyordu.Nasıl dikkatle izlediğimi düşün. İzleyecek başka şey mi yoktu acaba lan?


8. Gossip Girl- Serena ; Yukarı batı yakası mıydı? Neydi orası? Neyse oraların en gıcık hanımı bu olsa gerek. Ayrıca o nasıl kılık Allah'ını seversen. Issızda karşılaşsak iki kulağını çeker "bak kızım Serena güzel, boylu poslu kızsın böyle önüne gelene... töbe yarabbim.. git kızım üniversite mi okuyorsun ne oku işini gücünü eline al lan!" derim. Eline de bir Emine Şenlikoğlu kitabı veririm oku bunu ibret al diyerekten. Yaparım bunu ama önce birinin bunları ingilizceye çevirmesi gerek.


9. Lost - Jack ; İlk bölümünden izlediğim son bölüme kadar (üç sezon izledim) her bölümde ayrı gıcık oldum bu karaktere. Her boku bilen adam Jack. Dünya bunun etrafında dönüyor sanırsın. Hey Allah'ım tipe bak!!! Aslında adadaki tüm insanların "ay ben bilmem Jack bilir" triplerine daha çok sinir olurdum izlediğim süre boyunca. Jack ile beraber ıssız adaya düşsek ağzını burnunu dağıtırdım onun.


10. Nip/Tuck - Julia ; McNamara/Troy doktorlarımızın ne bulduğunu hiç bir zaman anlayamayacağım, en gıcık olduğun dizi karakterlerinden on tanesini say dediklerinde(kim diyecekse artıhk) onuncu sırayı kendisine severek verebileceğim dizi karakteri. Sean mıydı ? Christian mıydı? derken arada lezbiyen olan şuursuz, umutsuz ev kadını tadında bir karakter. Hele bir ara hastayım ben benle ilgilenin halleri vardı ki hey yarabbim evlerden ırak!



beyleyken beyle!

*Oyuncularla bir derdim yok canlandırdıkları karakterlerden bahsediyorum.

25 Şubat 2011 Cuma

Ne dinliyorum?



Durup dururkene çıkıp geliveren İrlanda aşkımı körükleyen şarkılardan birini dinliyorum. The High Kings isimli güzide grubumuzun diğer şarkıları da pek güzel geldi bana. O da tabi muhtemelen İrlanda sevgimdendir. Üç gün sonra duymak bile istemeyebilirim o da olası bir durum tabi ki.


Hürmetler efendim, saygılar bizden, sevgiler sonsuz, arzular şelale...




* 2009 yapımı Robert Downey Jr. ve Jude Law kişilerinin başrolünde oynadığı Sherlock Holmes filmini izleyenlerde "ben sanki bunu bir yerde duymuştum lan" etkisi yaratabilir.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Ben Ruhi Bey Nasılım*

Bütün akşamı kucağımda kedi, televizyon izleyerek geçirdim. Halbuki..


Halbuki güzel kent masalları vardı aklımda / mum ışığında anlatacağım kadın ve erkek hakkında...*


Halbuki yapacak çok işim vardı. Ama yerli diziler hakikaten yersiz uzun. Bitmeyen bakışmalar silsilesi. Bir de kedilerin insanlara miskinlik bulaştırması var. Şimdi o kucağımda mır mır mırıldanırken onu bir kenara bırakıp benden arı gibi vızırdamamı bekleyemez kimse.


benaslındakimseninbendenbirşeybeklemediğibirdünyahayalediyorum


Pek iyi değilim bu günlerde / Şarap çare olmadı.*


İrlanda ya da İskoçya'ya gitmek istiyorum. Ama bunca senedir bir haftalık ülke içi tatil bile yapamayan birisi olarak bu isteğimin ne kadar saçma olduğunu da biliyorum. Şarkılarını dinleriz bizde ne yapalım. Hayal ederiz. Anca o gelir elimden. 


Hayalperestsin. Bu yüzden çok güzelsin..*


Lost'un hangi sezonunda ya da hangi bölümünde olduğunu bilemiyorum. (zaten ben iki farklı sezonu bir arada izlemekten beyin cıvıklaşması geçirip diziyi izlemeyi bırakmış biriyim. ) Bir sahne vardı.Kate, yüzünü uçsuz bucaksız okyanusa dönmüş, dalgaların sahile vurduğu yerde hiç birşey yapmadan dikilmekteyken kahraman doktorumuz Jack gelir ve sorar;


- Ne yapıyorsun burada?
- Batıyorum. der Kate gülümseyerek


Hani dalgalar vurdukça yavaş yavaş kumun içine girmeye başlar ya ayakların.. Keşke ben de öylece durup batabilsem... Yerinde olabilmeyi çok istemiştim.


  
please, please, please let me, let me get want i want this time/ lord knows, it would be the first time...*


Son olarak da anneme seslenmek istiyorum. Anne; Sabahları yataktan kalkamamam, kalkmak istememem demir eksikliğinden değil. 




Saygılarımla
Seval K.










EKLER
*Edip Cansever
*Teoman - Zamparanın Ölümü.
*Müfide İnselel-Fasulyeden.
*Teoman-Hayalperest 
*She&Him-please, please,please let me get want i want