30 Nisan 2010 Cuma

Et Kalsın Avrupa'dan Futbol Seyircisi İthal Edelim

Dün akşam Liverpool - Atletico Madrid maçını izlerken hayretler içinde kaldığım bir sahne gerçekleşti. Atletico Madrid'li bir oyuncu koşarken hızını alamayıp Liverpool'lu izleyicilerin üzerine düştü.( Tabi orada seyirciler sahaya bir metre gibi bir uzaklıkta ve efendi efendi izliyorlar maçlarını. )

Liverpool'lu taraftarlar gayet sakin ve yardımsever bir şekilde oyuncunun doğrulmasına yardım ettiler ve oyuncu da gülerek oyun alanına geri döndü.

Ekranda bu görüntüleri izlerken bende bir yandan aynı şeyin Türkiye'de mesela Fenerbahçe - Galatasaray maçı esnasında olduğunu hayal ettim. Acaba o oyuncu, taraftarların arasından sağ çıkabilir miydi?

Mümkün değil.

Avrupa'nın hiç bir şeyini kıskanmam futbolunu ve özellikle futbol seyircisini kıskandığım kadar.

Ayrıca iki takıma da teessüflerimi sunuyorum. 86. dakikaya kadar izledim, sonra dayanamayıp yattım fakat aksiyon o dakikadan sonra başlamış. Uyumamı mı bekliyordunuz arkadaş.

Ama içimden bir his sonuç Atletico Madrid 'ten yana olacak diyordu. Yanılmamışım.


29 Nisan 2010 Perşembe

Haftanın Kedisi - 1

Zekai Bilgisayar Halı Kilim Dekorasyon İnşaat Turizm ve Bilimum Şeyler Ltd. Şti.

1937'den beri hizmetinizde...

Her türlü teknik hizmet verilir. Yük ve eşya taşınır.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Kime Ne?



ben melamet hırkasını
kendim giydim eğnime
ar ü namus şişesini
taşa çaldım kime ne
haydar haydar taşa çaldım kime ne

sofular haram demişler
aşkımın şarabına
ben doldurur ben içerim
günah benim kime ne
haydar haydar günah benim kime ne

gah çıkarım gökyüzüne
seyrederim alemi
gah inerim yeryüzüne
seyreder alem beni
haydar haydar seyreder alem beni

gah giderim medreseye
ders okurum hak için
gah giderim meygedeye
dem çekerim aşk için
haydar haydar dem çekerim aşk için

nesimi'yi sorsalar kim
yarin ile hoş musun
hoş olam ya olmayayım
o yar benim kime ne
haydar haydar o yar benim kime ne


( Aslında Tolga Çandar yorumunu çok sevdim fakat buraya ekleyecek bir video bulamadım. Olsun Ruhi Su yorumu da elbette ki çok güzel. Hem buradan el sallamış olurum dedim Ruhi Su'yada. Selamlarımı yollarım falan.
Acaba "Kul Nesimi" bugün yaşasa bu sözleri yazabilir miydi? Kesin Rtük'ten geçmezdi. )

Ya Sabır !

yazdım sildim sonra tekrar yazdım ve tekrar sildim ve tekrar tekrar aynı şeyi yaptım bir yanım öfkesini dışa vurup katliamlar yapmayı istiyor ama bir yanım da öylesine üzgün ki mecali yok dert anlatmaya hem anlatsam ne değişecek susuyorum yine yeni yeniden söz gümüşse sukut altındır demişler ya benim sukut altınım çoktur ama bir gün o altınları zehirli kelimelerle değişeceğim ve bir dil yarasıyla öldüreceğim kim var kim yok etrafımda azcık kaldı çok az benim de sabrımın sınırları varmış onu öğrendim nokta

n

26 Nisan 2010 Pazartesi

Anketimin Kaşları Kara



Geçen hafta yapmış olduğum ankette en çok tercih edilen "Morpheus mu la o?" seçeneği oldu. Oy veren 12 kişinin 7'si o seçeneği işaretledi. Böyle olunca da niyeyse benim aklıma köprü ve zenci hikayesi geldi.


Hikaye aklımda kalan kadarıyla şöyle; Padişah halkın hiç bir şeye isyan etmemesinden, her şeye boyun eğmesinden sıkılmış ve sabır sınırlarını zorlamaya kadar vermiş. En işlek köprülerden birinin başına bir zenci koymuş, köprüden geçmek isteyen bu zenci arkadaş tarafından öpülüyormuş.(!)

Bir müddet sonra padişah halkıyla konuşmaya gitmiş, tabi bu kez kesin isyan ederler diye bekliyormuş.

Sormuş halkına; Ey halkım var mıdır bir şikayetiniz?

Hiç kimseden ses çıkmamış başta, ama sonra adamın biri utana sıkıla söz almış. Demiş ki;

- Padişahım akşamları köprü kalabalık oluyor arkadaş herkese yetişemiyor, bir zenci de köprünün ortasına koysanız olmaz mı? demiş.

İsyan bekleyen padişah şaşkınlık denizlerinde boğulmuş. Sonra gökten üç elma düşmüş falan filan.

Neyse ki biz çok şanslıyız, padişahlarımızın da zaten isyan falan beklediği de yok bizden. Her halükarda Morpheus'ları salıyorlar üzerimize.

Sanal olan bu ülkenin geleceği.

İşsizlik, ekonomik kriz, yok olan tarım ve hayvancılık, dünyanın en pahalı benzinini kullanıyor oluşumuz, özelleştirme adı altında bir bir yabancılara satılan varlıklarımız var ya heh işte onlar sanal değil. %100 gerçek.


Son ki... üç... dört...



22 Nisan 2010 Perşembe

Ne yapsak, ne yapsak?


O kadar da takılmamak lazım hayata. Nasılsa; "her canlı ölümü tadacaktır." Hem hava güzel, kuşlar, vapurlar falan. Hamakta sallanmanın tam zamanı.



Güzel bir hafta sonu diliyorum kendime.

Başkası beni alakadar etmez. Herkesin hafta sonu kendine arkadaş. :)


20 Nisan 2010 Salı

Gol Olur!

Önceki gece sabahın dördüne kadar her şeyden konuştuk, bir ara hayallere daldık, sonra çöle düşsek jawsın gelip kıçımızı ısıracağında hem fikir olduk. Özellikle de ben pek bir umutsuz oldum son zamanlarda. O güzel bir şey söyledikçe, ben olumsuzluk eklerinin hepsini tek cümlede kullandım.

En son; "Hayalimin üzerine olumsuz bir cümle daha kurma döverim seni" dedi.

Konu değişsin diye Vavien dedim.

"Pek de sevmedim. Herkes gibi hayran kalamadım.Abartıyorlar galiba. " dedim.

"Ben daha izlememiştim izleme hevesimi kaçırdın şimdi de" dedi.

Uyumuşuz sonra.

Pazartesi günü aklıma gelen başıma geldi o kadar yorgunluğun üzerine müşavirimiz geldi. Ben yanında uyukladım. Bir ara kendimi takvime bakıp tatil tarihi ayarlarken buldum. Sonra iç sesim; "boşuna hayal kurma nasılsa olmaz" dedi. "Haklısın" dedim ben de ona.

Sonradan da "bi sus salak ses! bi sus" dedim.

Olmayacak olan olur belki.

Bak, Yılmaz Vural'da kalecisini bile Trabzonspor ceza sahasına gönderdi nasılsa gol yemeyiz bu dakikadan sonra diye. Ama ne oldu ?

Gol oldu!

Üstelik gölü atan da "Umut"tu.

Yani bir umut olmalı kenarda köşede. :)



16 Nisan 2010 Cuma

Hayatın Tuhaf Bir Yardım Etme Tarzı Var



Evet tuhaf.

İşkence ederek.

Kendime sabır diliyorum bu hafta sonu için. Yaşamaya üşeniyorum şu sıra. Yeminle bak. Ama yapmam gereken çok şey var.

Pöfff...

O zaman... Ben bi çay koyayım. İçeriz değil mi Alanis?



En old men turnd naytieyt
hi von dı loteri end dayd dı nekst dey
itis a bilek filay in yor şardoney
itis e det rov pardın tuvu minut tu late
end isint it ironik



erik !
olsa da yesek!

15 Nisan 2010 Perşembe

Sabit Başlıklı Oynar Yazı

- Yemekteyiz programına katılıp yukarıdaki sofrayı kurmak istiyorum diğer yarışmacılara. Soğan falan da gırarık. Bahçeye samırsak neyin ektiydim yeşil yeşil büyümüşler yolar yerdik ekmeğin arasında heaa.

Ben çok takıldım bu yemekteyiz programına, rast geldikçe izleyip izleyip sinir oluyorum. Çıldırıyorum falan. Kedi gibi sırtımdaki tüyler bile diken diken oluyor. Yok tatlı kaşığının açısında 45 derecelik şaşma varmış, yok o buraya konmazmış, yok şöyleymiş yok böyleymiş. Yahu sanırsın hepsi Kraliçe Elizabeth ile takılıyor gece gündüz. Arkadaş biz ortadaki tencereden yemek yiyen insanlarız. Bizim atalarımız tatlı kaşığının açısına ana avrat düz gider yahu. Bizde hoş durmuyor böyle şeyler yapmacık oluyor. Hele o tiplerde.

Ben niye işkence ediyorum ki kendime izleyip? Deli miyim neyim?

(Bu arada Baykuş hanım içindi bu yemekler. Feyzbuka koymuş oradan arakladım fotoğrafı, niyeyse pek hoşuma gitti fotoğraf. Kullanmama kızmaz umarım. Kızarsa da bütün yemekleri yedikten sonra göbeğinin fotoğraflarını çekmişti annem, onları koyarım rezil ederim blog alemine. )

- Ne zamandır söyleyeceğim, söyleyeceğim hep unutuyorum yahu ; Trt'nin yeni kanalı vatana millete ve Araplara hayırlı olsun. Vallahi nasıl sevindim anlatamam Araplar ile daha yakın olacağız artık. Zaten ezelden beri nasılda severiz birbirimizi.

- Trt Laz da açılsın.( Ki zaten böyle bir istek ciddi ciddi vardı galiba.)

- Yann Tiersen'i kanlı canlı dinlemeden ölürsem gözlerim açık, dalağım mahsun, böbreklerim hüzünlü, akciğerlerim tükenmiş bir şekilde gideceğim.

- Yahu aslında Türkçe resmi dil olmaktan çıksın. Türkçe bir dil olmaktan çıksın. Zaten çok saçma. Niye var ki Türkçe?

- Bu feyzbuk dalgasında "hadi toplaşalım Allah'ı seven bir milyon insan olalım" , "Peygamberimize laf eden grubu kapattılarım" , " Peygamberi seven bir milyon insan bulurum" haydeee höyt gruplarına üye olan insanlardan garip bir tiksinti duyuyorum.

- En sevdiğim sözdür; İbadetin de, muhabbetin de gizlisi makbuldür.

- Dün akşam güzel bir akşamdı. Arkadaşlarla vakit geçirmek bir yana iyi ki varsın Adana dürüm. Ay lav Adana dürüm.

- Hiç bir şeyden rahatsız olmam, yanımda kavga eden iki sevgiliden rahatsız olduğum kadar.

- Ben bir ara vejetaryen olmak istedim. Hayvansever bir insanım sonuçta. Kedi-köpek, börtü-böcek ayırmadan severim hemde ama... Yok olmuyor arkadaş, bu hayvan milletinin pişmişi de canlısı da güzel. Ama insan öyle mi? Pişirsen bi boka benzemez.

- Bazen çok vahşi hatta cani olabiliyorum. Çok gaddar. Annem öyle söyledi.

- Buradan Memet abiye sesleniyorum; Memet abieeee!! Pantolon almam lazım. Neredesin sen ya ? Nereye gittin beni böyle mağaza mağaza dolaşmak zorunda bıraktın. Özledik seni geeelll... Ne güzeldi eskiden yahu. Pa demeden istediğim pantolonu bulup çıkarıyordu.

- Gripin'in son albümünü çok sevdim. "Beş" şarkısını özellikle. Takılıp tekrar tekrar dinlediklerim arasında.

- Bu kadar saçma bir yazıyı güzel ve pek sevdiğim bir şiirle kapayayım en azından dişe dokunur bir şey olsun. Hem de blog alemiyle tanışmama sebep olan arkadaşa selam çakmış olayım. Bir taşla iki kuş.

Şu sıralar blogculuk tarihimin 4. yılını dolduruyorum büyük ihtimalle.


Bir cumartesi gibi çıkıp gelmiştin.

Göçen bir leylek sürüsü müydü gözlerin, kalbime.

Süzülen kırlangıçlar mıydı dudakların?

Bakardım göğünde iki dolunay! Seslensen bir kelebeğin uçuşuydu sesin. Aralardın yalnızlığımı (denize bakan ipek perdeleriymişcesine ahşap bir yalının). Her sabah mı her sabahkuşluköğleikindiakşam. Gece!

Kalbimizi aşkla sektirdiğimiz o yasak sular. Halkalanırdı düşlerimiz.

İki karabatak gibi daldığımız o sonsuzlukta neydi görünüp kaybolan?


Kenan Yücel


(izin de almadım ama kızmaz umarım :) )

14 Nisan 2010 Çarşamba

abs,ars,ptt,lgs,sys,ygs,kpss,kib,lol

"karikatür; Yiğit Özgür"


Bir süredir otobüste çocukların elinde "YGS Hazırlık" kitapları görüyordum ve açıkcası ne olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu. Geçenlerde kendisi de KPSS sınavına hazırlık için kursa giden ve yanında tuğla kalınlığında bir kitap taşıyan kankam sayesinde öğrendim. Üniversite giriş sınavının bir parçasıymış bu sınav.

Bu sabah otobüste, geçtiğimiz Pazar günü yapılan YGS sınavı üzerine kritik yapan kızların konuşmalarından anladığım kadarıyla, vize-final mantığı gibi bir sistem galiba şu anki.

8 senelik ilköğretim sonrasında 4 senelik lise eğitimi yani toplamda 12 sene boyunca alınan eğitim ve bunun sonunda yine de üniversiteye girmek için dershanelerde geçirilen yıllar. Onlara ödenen çuval çuval paralar. Ki dershaneye gitmeler artık ilkokul ikinci, üçüncü sınıfta başlıyor.

Benim de aklıma bir soru takılıyor. Bu okullar ne işe yarıyor? Bu çocuklara okulda ne öğretiliyor?

Gençler kitap okumuyor!! Gençler gündemden bihaber yaşıyor!!! Dünya ile alakası yok bu çocukların, başbakanı sorsan adını bilmezler!!! diye gençlere kızanlara sorarım; Nasıl okusun çocuklar? Ne ara okusunlar? Ne ara gündeme merak salsınlar? Ne ara kafalarını kaldırıp da bu ülke nereye gidiyor diye baksınlar? Daha ilk öğretimde başlayan sınavlar silsilesiyle uğraşmaktan, okul ve dershane arası mekik dokumaktan hali mi kalıyor çocukların?

Eğitim sistemimizin ne kadar boş olduğunu anlamak için çok akıllı olmak gerekmiyor. Bizim ülkemizde okullarda aptal yetiştiriyorlar. Düşünemeyen insanlar yetişiyor.

Çünkü düşünen insan tehlikelidir. Hani Descartes demiş ya ; Düşünüyorum o halde varım.
diye. Düşünmemeli gençler ki varolmasınlar. Düşünmesinler ki onları yok saymak daha kolay olsun.

"Aman canım biz bir gemideyiz batarsak hepimiz batarız niye takıyorsun sen bunları" diyecek olursa, ben de kendilerine YBSG demek istiyorum.

Hatta bu günlere gelmemizde emeği geçen herkese.

Sevgi ve selam ile.
Işık sizinle kalsın efendim.


13 Nisan 2010 Salı

Bu da bir nevi tiwit

- Beyaz saçlar saçlar uzadıkça mı açığa çıkıyor ? Yoksa boya mı akıyor dipten doğru ? Ne oluyor? Boya akmıyorsa bir saçın ayda 5 cm uzaması normal mi? Ayda 5 cm uzuyorsa bu saçlar niye boyu belimde değil hala?

- Geçen hafta bir gün içinde 9 vesait değiştirerek kendi kendimin rekorunu kırdım. Eskiden olsa 15 dakikalık yolda fenalık geçirirdim. Şimdi saatlerce İstanbul'un bir ucundan diğer ucuna yolculuk edip, bakkala iki ekmek almaya gitmiş kadar rahat olabiliyorum. Nelere alışıyor şu insanoğlu.

- Düğün, nişan sezonunu açıyoruz bu hafta sonu. Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında durmak yok. Taktığım paraya değil de kıyafete verdiğim paraya yanıyorum. İşin kötüsü gitmemezlik etmek gibi bir şansım da yok.

- I'll wait my turn/To terrorize you/ Watch you burn "Sıramı bekleyeceğim/ seni korkutmak için/ yanışını izlemek için." Garip bir psikopatlık duygusu sarıyor içimi. Nasıl da mutlu oluyorum bu şarkıya eşlik ederken. Anlatılmaz, yaşanır.

- Ben var ya ben! Küçük Emrah şarkısındaki gibiyim. "Sevdim mi tam severim. Sildim mi bir kalemde." Ayrıca "hey hey hey taksi bütün işlerim gitti aksi."

- Aynı anadan mı doğduk
Aynı babadan mı olduk
Bana abi deyip durma
Severken kardeş mi olduk bir de bunun gibiyim de ayrıca. Bana abi denmesini istemiyorum. Dişiyim ben yahu! Tamam bıyıklarım olabilir ama bu yeterli bir neden değil.

- Biçki - dikiş kursuna gitmek için garip bir arzu sarıyor içimi. Ciddi ciddi istiyorum bunu. İşsiz kalırsam, ilk işim dikiş dikmeyi öğrenmek olacak. İşte o zaman size muhtaç olmayacağım modacı salaklar. Herkes sıfır beden değil lan !!

- Çok hassasım bu konuda.

- Fakir ama gururluyum da. Çok da şanslıyımdır. Hep bir şekilde yırtarım.

- Nişan - düğün işini icad edeni elime geçirirsem çok pis döverim. Yıllar sonra görüntülerini izleyip kendimizden tiksinmemize sebep olacak o şeyleri niye yapıyorsunuz yahu?

- Yaşamaya üşeniyorum şu sıralar. Yazın gelişinden ötürü mutsuzum birazcık. Yaz uykusuna yatsam keşke ben. Yazı hiç sevmiyorum. Ben uyurken o geçip gidiverse.

- Vergiler falan bitse de ben de gitsem biraz. Çok sıkıldım. Beş sene oldu neredeyse. Beş. Boru mu?

- Sürekli dırdır etmek istiyorum. Hayattan, trafikten, işimden falan şikayetçi olmayı istiyorum. Gülmek istiyorum çok çok çok.

- Bir de dünyadaki bütün kediler benim olsun istiyorum. :)

- stop.





12 Nisan 2010 Pazartesi

KeDiN mİ vAr DeRdİn VaR - 2



Çok kısa bir zaman önce herkesle kavgalıydım, herkesin kalbini kırıyordum, lanet, çekilmez, aksi ve asabi ötesi bir insana dönüşmüştüm. (Asıl halim bu benim yahu ) Geceleri uyku problemleri yaşıyorum, karabasanlar falan gelip basıyorlar ümüğüme imf gibi. Korkunç geceler yaşıyorum.

Evdekiler de sağolsunlar nerede uyursam orada bırakıyorlar beni. Oturma odasında koltukta, annemlerin, kardeşimin yatağında, antredeki halının üzerinde falan. Bir gece oturma odasının en rahatsız koltuğuna uzanıp battaniyeyi kafama çektim. Erman ile Şansal'ı dinliyordum gözlerim kapalı ki uyuyakalmışım. Rüyamda Erman Toroğlu ve Şansal Büyüka elele kırlarda koşuyorlardı. Penaltıyı vermeyen bir hakemi kovalıyorlardı.

Sonra birden nefes almakta zorlandım ve suratımda bir ağırlık hissiyle uyandım. Gözlerimi açıyorum her yer karanlık. Korkudan ölmek üzereyim, yüzümde kocaman ve ağır bir şey var. Resmen biri oturuyor suratımda. Neyse efendim, baktım elim kolum rahat hareket edebiliyor, suratımda ağırlık hissi yaratan şeye dokunmaya başladım. Bir kaç saniye sonra anladım tabi suratımdaki ağırlık Pıncır'ın koca götü. Evde o kadar yatacak yer varken, gelip suratıma yatmış hayvan.

Yahu kedi dediğin ayak ucuna kıvrılır, insanın koynunda uyur falan ama yok Pıncır hiç birine lüzum görmeden suratımda yatmayı tercih etmiş.

Babamda gitmiş yatmış tabi ben bütün geceyi etraftaki sesleri dinleyip, tırsarak geçirdim. Bu da babaannemle geçen yılların armağanıdır ev ağzına kadar dolu olsa da herkes uyursa, ben sorunsuz bir dönemimde bile olsam uyuyamam ki zaten psikolojik fenalardayım. Sonra ertesi gün otobüste kitap okurken ağzım bir karış açık, kafa otobüsün tavanına dönük şekilde uyuyakalışımdan bahsetmiyorum bile.

İşte bu da böyle bir anımdı.

Dün akşam Zekai kedisi sinek kovalarken oturma odasının perdesinde devasa bir yırtık oluşturduktan sonra aklıma geldi bunlar. Kedi hayvanı dediğin şey hem psikolojik, hem fizyolojik bir zararlıdır. Beraber yaşamaya başlamadan evvel üç kulhuvalla bir elham okuyup gözlerinizi kapatıp, rabbinizin kalbinize ne yazdığına bakmanız lazım.





Yani Aylak Kedicik annen izin vermiyorsa bir bildiği vardır.

bu da o görmek istediğin kedi, Fındık :)




-------
Çok alaksız olarak ;

- Doğadan'ın mürdüm erikli ve üzüm çikirdekli ve bilimum bitkili çayının tiryakisi olmuş durumdayım.

- Bariz bir şekilde futbolsever oldum. Acayip yorumlar yapıp, "Seval haklı" dedirtiyorum kendime. "Neresi faul onun beaaa" diye kavga bile edebiliyorum. Bir de tutacak bir takım bulursam çok fena fanatik olurum. Holigan bile olurum kırar, dökerim yeminle.

Gözlerimi kapatayım bakayım rabbim ne yazacak kalbime.

8 Nisan 2010 Perşembe

Darmadağın bir elbise dolabı gibi aklım



Benim dolabım gibi mesela. Siyah ve gri ağırlıklı renkleri elbiselerin, her biri bir diğerine karışmış ve aradığını bulmak çok zor. Hele ki ne aradığını bilmiyorsan. Uzun uzun zamanlar dolabın karşısında heba oluyor. Geniş raflardan ikisinde kitaplar duruyor ki onlar da darmadağın.

Bazen ben dolaba boş boş bakarken, Fındık gelip zaten darmadağın olan raflardaki giysileri aşağıya döke saça kitapların yanına çıkıyor. Bir iki kitap, üzerine notlar yazılmış ve dolaba atılmış kağıtların bir kısmını aşağıya atıp yer açıyor kendine ve yatıp yüzüme bakıyor. Çok mutlu görünüyor orada. Dokunmuyorum ben de rahatına.

Ivır zıvır eşyaya bakıyorum bir başka rafı kaplayan. Fincanlar, mumluklar, üzerinde kedi resmi olan bir topaç, eski fotoğraf makinaları, hangi tarihten kaldığını bilmediğim tab ettirilmemiş bir film, oyuncaklar, bazı özel günleri anımsatması için saklanan küçük şeyler ve daha bir sürü ıvır ve zıvır. Ve hepsi karman çorman.

Dolabın iç kapağına yapıştırılmış fotoğraflar bile dağınık bir düzendeler. Düzenin de dağınığı nasıl olur ki. Saçmalıyorum.

Benim dolabımı toparlamam gerek. Daha doğrusu aklımı. Ruhumu ve bedenimi. Beni toparlamam gerek.

Yine yeni yeniden.





7 Nisan 2010 Çarşamba

Fotoğraf Merakı

Bir kedi gördüm sanki!

Kediler kitapları, kitaplar kedileri,
kitap seven kedileri, kedi seven kitapları da seviyor galiba.

Anneme ve annemin sayesinde kedilere hayran bir çocuk
ve güzeller güzeli melek kızım Şeker.



2007 senesinde fotoğraf çekme işine merak salıp, bir kaç saniye içinde karar verip, fotoğraf makinaları hakkında hiçbir şey bilmediğim halde bir fotoğraf makinası aldım. Bu fotoğraflar da çektiğim ilk fotoğraflar arasındaydı. Dün akşam fotoğraflar arasında bir gezintiye çıkmışken buldum.

Sanat eserleri değiller elbet ama birinci fotoğraf keyifli bir Cumartesi'yi, ikinci fotoğraf eğlenceli, bol kahkahalı bir günü anımsatıyor bana. Üçüncü fotoğraf ise burunda sızıya neden oluyor.

hı? ne?