30 Mart 2010 Salı

Sia- Breathe Me

Sia "Breathe Me" from phil tidy on Vimeo.


Be my friend
Hold me, wrap me up
Unfold me
I am small
and needy
Warm me up
And breathe me




Bir imdat çağrısı gibi. Seslendiğin insanın hiç duymadığı ya da duymazdan geldiği.





26 Mart 2010 Cuma

Beynimi Parmaklayan Birkaç Önemsiz Konu Var

- Bu sabah otobüste kendi kendime kendimi düşünüyordum ki kendimden çok sıkıldığıma karar verdim. Sıkıldım bu med-cezirlerden.

- Şu an Mustafa abi takvim arkasındaki bir yazıyı okuyor bana. Az önce de gelip saçma bir broşürü uzattı ısrarlı bir şekilde bakmam için . İyisin hoşsun da abi yapmasan şöyle. He abi?

-Ne güzel şarkıydı be med-cezir. fırtınammm, felaketim, hasretimmm ...

- Annem hasta bir haftadır, evin dağınıklığı sanırım yakında bizi yutacak. Benden bir süre haber alamazsanız 911'i arayın.

- Canım birden "Paranın gözü kör olsun" demek istedi. Paranın gözü var mı ki?

- AstalavistA ile hafta başında öğlen yemeğimizin üzerine browni intenselerimizi yerken hayat, memat, falan, filanlı konulara girdik. Çok pis azarladı beni. "Seni tanıdığımda böyle değildin" dedi. "Çok karamsarsın" dedi. "Ağzını burnunu kıracağım senin" dedi. Tırstım valla yalan yok.

- Ben kıyamıyorum şarkılara. Mesela tam iş yerinden çıkacakken sevdiğim bir şarkı çalıyor. Kapatıp gidemiyorum. Bekliyorum öyle...

- Doğum gününün üzerinden 23 gün geçtikten sonra pastamızı alıp, arkadaşımıza doğum günü kutlamaya gidiyoruz. Ben süpriz diye buna derim. Geçen sene benimkini de iki ay sonra kutlamışlardı. Hiç beklemiyorken pasta çıkıyor karşına, üzerinde mumlar, etrafta sırıtan insalar falan. Seviniyor, mutlu oluyor insan lan baya baya.

- Üşengeçlikle alakası yok konunun.

- Evde bir Zekai sorunsalı var hayatımıza teşrif ettiğinden beri. -Zekai yapma!!! - Zekaiiii bi dur!!! - Zek çok ayıp amaaaaa !! -Zekai çık oradan dışarı! Bu ne yaramazlık arkadaş. Herif tek başına dört kedi şiddetinde. Mesela akşam yemeklerinde biz yemek yerken O beşimizin omuzlarında geziyor. Deli mi ne?

- Zekai de ne biçim isim allasen ?

- Bazen Ezgi'nin Günlüğü artık albüm yapmasın istiyorum. Eski-yeni tüm şarkıları bir fena arkadaş. Dertsiz adamı dert sahibi yapar bunlar.

- Ünlülerin twitır hesaplarında gezdim bugün biraz beynim döndü vallahi. Çok fazla söz var. Herkes bir şey diyor. Anlamıyor da insan hiç bir şey. (O insan benim sadece sanırım)

- Bir sigara, bir çakmak, bir Penguen, bir Uykusuz 10 TL tuttu. İçime oturdu mu peki? Tabi oturdu.

- Seval parasının dörtte ikisiyle luzumsuz şeyler almıştır, kalan dörtte ikilik kısmı ile a tipi likit fon mu alsın? Yoksa döviz mi yapsın. Niye paranın gözü kör olsun demek istediğimi anladım şimdi.

- Geçen akşam otobüste kardeşimin arkadaşını gördüm.Muhabbet ettik biraz sonra "Seval abla bana bir tavsiye versene geleceğe dair" dedi. Gelecek kim ben kim anasını satayım yahu. "Aman canım ne diyeyim ben hihihi" falan yaptım. Diyemedim tabi 'dostum karşındakinin sadece görüntüsü akıllı, O'nun kendine hayrı yok' diye.

- Hep bu gözlükten. İmajım kötü arkadaş. Psikolog tipi var bende.

- "Ben dinleyince sen susuyorsun" gibi bir şarkı sözünü barındıran bir şarkı dinledim. 10 dakika "ne demek lan bu şimdi?" diye düşündüm. Gözlükle falan da bir yere kadar tabi akıl lazım adama.

- Uykusuz'un 2 tam sayfasında Umut Sarıkaya var. Bir sayfa yazı, bir sayfa karikatür. Sinir oluyorum ben böyle yetenekli insanlara.

- Bu rüya işininde boku çıktı artık ama. Görmek istemiyorum arkadaşım. Uyumayacağım artık protesto edeceğim.

- House M.D. diyorum daha da bir şey demiyorum. Seviyorum seni House. Evlenip bi sahil kasabasına yerleşsek ya?

- Başım ağrıyor ne güzel, ne mutlu bana.

- Kadirbüs de ne kalabalık olur şimdi yahu. Otobüse binsem akşam dokuza kadar geçemem yolda çalışma var. En iyisi kadirbüs yine. Halkla iç içe samimi bir şekilde gideriz n'olcak yahu.

- Ben bu Murat'ı döveyim ya hem stres atmış olurum. Ne dersin dostum?

- "gül, sana gülmeler yaraşır" der bir şarkının sözü. Gül sana gülmeler yaraşıyor. Dişleri de yaptırdın ya :)

- Okan Bayülgen'in Ağıt'ı... Ne güzeldir yahu. Soner Arıca ile de Ayrılık diye bir parça yapmıştı o da güzeldi. Soner Arıca ne oldu yahu?

- O kadar para verdim gidip içeyim şu sigarayı bari.


25 Mart 2010 Perşembe

Ninni!



Söz: Aylin Atalay - Candan Erçetin - Anonim
Müzik : Anonim
Düzenleme : Alper Erinç


22 Mart 2010 Pazartesi

8. Chris Cleave-Küçük Arı

Kardeşimle kitapçıdan içeriye girerken "Neye göre seçiyorsun okuduğun kitapları?" diye sordu. "Ben seçmiyorum kitapları onlar beni buluyor" dedim.

İçeri girdik önümüzdeki ilk standta, en uçta duran kitap Küçük Arı'ydı. Kankam bahsetmişti bu kitaptan. O da kitabın methini duymuş sadece okumamıştı. Buluştuk madem Küçük Arı'yla okuyalım dedik.

Sonradan farkettim ki kitap çok satanlar listelerinde zirveye oynuyor. Zaten kitabın üzerinde kitaba yapılan övgülerden alıntılar var. Hatta bir yerinde ikinci Uçurtma Avcı'sı olduğu yazıyordu.

Küçük Arı' Nijerya'dan kaçıp İngiltere'ye sığınan bir göçmen kızın hikayesi. Petrol savaşları, işkenceler, ölümler, vahşet, dehşet, hüzün, sorunlu karı-koca ilişkisi, aldatma konuları beraberinde Küçük Arı'nın hikayesini okuyoruz.

Kötü diyemeyeceğim ama çok da memnun kaldığımı söyleyemem. Hüzünlü, iç karartıcı, bir hikaye. Aslında altını çizdiğim bir kaç yer var kitapta ama büyük ihtimalle silerim onları hayatımda ilk defa böyle bir şey yaptım. Çok pişmanım. Kitapları çizmeyi sevmiyorum.

Neyse sonunun daha farklı olmasını bekledim. Bana göre açıkta kalan uçları kapatmak için, yazarın bir yüz sayfa kadar daha yazması gerekiyor. Bazen lüzumsuz uzun geldi bazı bölümler, daha doğrusu bazı bölümlerin fazlaca ayrıntılı anlatılması bana lüzumsuz gelen. Ben çok ayrıntı sevmiyorum ondan öyle gelmiş de olabilir.

Bir de şu var ki; İngiliz'in adamı oturduğu yerden ne kadar anlatır Nijerya'lı küçük kızı. Başkalarının acılı hikayesi her daim iyi paraya satılıyor.

Aslında arka kapakta olayları anlatmayın demişler. Niye demişler? "Çok kolpa kitap lan bu millet birbirine anlatırsa kimse okumaz, satamayız" demişler o nedenle okuyanlardan böyle bir istekte bulunmuşlar. Bu kadar sattığına göre herkes bu sözü dinliyor anlaşılan.

Şaka bir yana kötü bir kitap değil zira daha kötülerini de gördü bu gözler. Ayrıca o kadar insan okuyor ve çok beğeniyorsa sorun bende de olabilir.

19 Mart 2010 Cuma

Sevgilerim Şikayetimi Dikkate Alan Mercilere

Gözlerimi açtım hiç bir şey hissetmedim, sonra kapatıp biraz bekledim yine bir şey hissetmedim. Yataktan yavaşça kalktım her biri itinayla havaya dikilmiş saçlarımla, göbeğimi kaşıyarak ortalıkta dolaştım biraz. Gözlüklerim gözümde olmadığı için kedilerden birinin kuyruğuna bastım. Bir tırmık darbesiyle kendime geldim.

Ve sonra;

"İki haftadır ilk kez başım ağrımadan uyandım. Heyyooo" diye bağırdım. "Aman sus sus" dedi annem "nazar değecek." Bu nazar ne boktan bir şeydir arkadaş, iyi olan her şeye illa değecek. Değecek ki mahvedecek. Kem gözlerden korumadan kim sorumluysa korusun hepimizi.

Yalnız ben bugün ekstra bir koruma isteyeceğim. Çünkü susmak yerine şöyle haykırmak istiyorum; "Lan oğlum lan uzun zamandır ilk defa kendimi iyi hissediyorum. Süperim lan! "

Aslında böyle söylemezdim daha küfürlü konuşurdum. (Burada genelleme yapmak istiyorum. Ayhh tutmayın beni yapacağım. Keyifliyim uleeynn hheeeyyt) Her Türk gibi ben de keyifli olunca küfür ederim. Sonuçta ben de babasının "eşşoğlueşşek" diye sevdiği bir genç bağyanım. Benim adım Hıdır, elimden gelen budur diye de bahane uydurabilirim. Ayrıca kimse inkar edemez, küfür etmenin insanı rahatlatan bir yanı var sitres bilerziği gibi. Çok da günah bir yandan. Bu ne yaman çelişki yarab!

O kadar keyifliyim ki akşamki zoraki arkadaş buluşmasını siktir edip eve gideceğim. Çünkü abuk karı koca kavgası ve kaynana dertlerini dinlemek istemiyorum. Ayrıca param da yok. Sigara bile alamıyorum kaç gündür. Dün sabah Zincirlikuyu civarında yürürken düşündüm de şimdi akbili kaybetmiş olsam cepte beş kuruş para yok ne geri gidebilirim, ne ileri. Cep telefonu desen yine şarjı yok ki olsa içinde kontör yok. N'aparım lan dedim bi fena oldum panik atak geçirdim resmen. İş yerine gelip mavi kartı ortasından delip bir ip yardımıyla boynuma astım. Herşeyim o benim. (En değerli şeyimin de akbilim olması canımı sıkıyor lan bazen. Düşünsene at arabasıyla Amerika'nın bozkırlarında ilerlerken, hırsızlar yolunu kesiyor çıkarın değerli eşyalarınızı diyor falan. Benden çıkana bak "akbil" dalga mı geçiyorsun der 37,5 yerimden bıçaklarlar beni valla. )

Tüm bunların yanı sıra zaten Baykuş'un reklam filmindeki yağlı kafa gibiyim.Son bir kaç gündür eve gidip babamgile "izninizle ben akşam yemeğine katılamayacağım, kendimi pek iyi hissetmiyorum kuzum" diyor (Ben öyle dediğim sırada babam maça baktığı için beni duymuyor.) ve hemen yatıyorum. O nedenle en son ne zaman banyo yaptığımı hatırlamıyorum bile. Ojelerim bozulmuş falan. 15 yaşındaki gotik saftirikler gibiyim. Bozuk siyah ojeler, iğrenç saçlar, siyah renk makyaj da yapacaktım ama yağdan kirden durmadı yüzümde.

Keyfili olduğum kadar iğrencimdir de. Ya da keyifli olduğum zamanlar da iğrençleşirim de diyebilirim ki bu çok daha doğru olur. Beni iyi tanıyanlar bu özelliğimi de bilirler. (iki satırda ne kadar bağlaç kullanabilir bir insan?)

Beni iyi tanıyanlar ayrıca Popstar Bayhan'a gıcık olduğumu, Eti Browni'ye hasta olduğumu, Bülent Ersoy'dan korktuğumu (cidden korkuyorum yan yana falan gelsek altıma işerim eminim), akasya ağacı çiçeklerinin en sevdiğim çiçek olduğunu ve istediğim zaman geğirebildiğimi bilirler.

Bilsinler o kadarını da bilmenin insana bir zararı olduğunu sanmıyorum. Bildiklerim bilmediklerimin yanında kumsaldaki kum tanesi kadardır demiş filozofun biri Sokrates miydi? Kimdi O? Kendimi övmeyi sevmem ama böyle felsefi bir yanım da vardır.

Yahu o değil de bu filozof insanı nasıl para kazanıyordu yahu? Düşünüp düşünüp konuşmaktan başka bir yaptıkları yok. Atalarımız dersen öyle eskiden sanki herkes Ramiz Dayı'ymış anasını satayım. Bir sürü atasözü var.

Düşünsene sürekli ensende bir Ramiz dayı var. İneğe saman veriyorsun, arkadan dayı bağırıyor;


Gıcığım ata sözlerine, bir de ilkokulda açıklattırırlardı. Ne diyor bu atasözü anlat! Lan ilkokuldayım daha zaten beynim cücük gibi.




18 Mart 2010 Perşembe

şikayetim yan çizen bünyeme

Şöyle bir durup düşününce farkettim ki; son bir haftadır bir dakika bile kendimi iyi hissetmedim. Bir dakika bile.

Ve bu gerçekten çok yorucu, bezdirici.



16 Mart 2010 Salı

Takıldım Gidiyorum Sinerjinin Rüzgarına


müzik - ayşe özyılmazel - enerji yeni klip | izlesene.com


bişşey eksik o da enerji
yok ki aramızda sinerjiiii
tutmayınca tutmuyor işte
seninki yaptı bana alerji

nanananananananannnaaaa


Takıldı dilime içimden, dışımdan sürekli bu şarkının nakaratını söylüyorum. Hiç bir seferinde doğru söyleyemiyorum. Bu kadar kafiyeli şeyler hep karıştırır kafamı zaten.

Eğlenceli ama :P

yokki aramızda alerjiiiii
tutmayınca tutmuyor enerji
Seninki yaptı bana sinerji

başlıksız


Her ne kadar çok sevsem de kışı. Soğuk ve karanlık günlerin ardından, gülümsemeye başlayan güneşi görünce mutlu olmadan edemiyorum.

Sonra ne zaman, her ne sebeple olursa olsun mutlu hissetsem etrafımdaki mutsuzlukları, mutsuz insanları düşünmeden edemiyorum. Mutluluğu hissetmekten garip bir suçluluk duyuyorum.

Böyle olduğunda ayaklarım kıçıma vura vura koşmak istiyorum.

Kaçmak.

Ve durmak. O eski ahşap evin penceresinde.

İçimdeki mutluluktan ve huzurdan bir damla bile pişmanlık duymadan. Tüm bencilliğimle.

Atmacaların çığlıklarını dinleyerek ve yeşilin ve mavinin dünya üzerindeki en güzel renkler olduğuna kanaat getirerek, durmak istiyorum.

Hep yapamayacağım şeyleri istiyorum. Biliyorum.

Ama...

Bugün hava çok güzel. Güneş içimi ısıtsın istiyorum ve tek bir kötü haber, kötü ruh halli cümleler duymayı istemiyorum.

Fakat...

Duyacağımı adım gibi biliyorum.



15 Mart 2010 Pazartesi

Günler...


Bir gece bile evden uzak kalsam en çok Pıncır'ı özlüyorum. Berbat bir günün ardından Cuma akşamı eve gidip kedilerimle biraz oynaştıktan sonra, abimin sosyalleşmesini fırsat bilip boş kalan bilgisayarı film izleyerek değerlendireyim dedim. Ben biraz sinema özürlü bir insan olduğum için genelde hep sağdan soldan duyduğum ya da kardeşimin önerilerini izlerdim, şimdi Evren'in Sahne blogundan fikir alıyorum film izlemek için. Orada görüp mutlaka izlemeli dediğim filmlerden biri olan The Blind Side filmini izledim salya sümük bir şekilde. Aslında o kadar duygulu bir insan değilimdir ama ağlayasım vardı sanırım. Güzel filmdi. Gerçek bir hikaye olması da beni bu kadar etkileyen yanlarından biriydi.

Sonra Leon'u izlemeye çalışıp, yine başaramadım. Bu beşinci ya da altıncı denememdi her izlemeye kalktığımda bir aksilik oluyor. Ya biri geliyor, ya bilgisayar arıza çıkarıyor ya benim işim çıkıyor.

Gece camda sigara içerken "keşke bir çirkin daha gelse de bahçeye yerleşiverse" demiştim. Cumartesi sabahı bir baktım çirkin mi çirkin ufak bir sokak köpeği bahçede. Yemek verdim, sevdim biraz, oyun oynadı üstümü başımı çamur etti sağolsun ama sanırım Zekai ve Pıncır'ın tacizlerine dayanamadığı için kalmadı. Yani dileğim hala geçerli ilgililere duyurulur.

Öğleden sonra ise ev çoluk çocuk ve yenge istilasına uğradı. Ben ise günün büyük bir kısmını mutfakta geçirdim ama çok yorucu bir iş, canım çıktı resmen. Zaten misafirler gittikten hemen sonra Pıncır'la tv izlerken uyuyakalmışız. Bazen annemin bir ev hanımı olduğundan şüpheleniyorum. Bu kadar mı eli ayağına dolaşır bir insanın, yeni gelin gibi oluyor bizimki biri gelince. Kovdum mutfaktan, zaten ayağımın altında insan sevmem bir iş yaparken ama en azından gitmeden mayalı hamuru yoğururken sıcak su kullanmam gerektiğini söyleseydi daha şık olabilirdi hamur kızartmalarım.

Pazar gününü ise acıdan nefes alamamak nasıl bir şeymiş onu öğrendim bir de kedi hayvanının insanın yüzüne endişeli bir şekilde bakabildiğini. Güzelim günü hastane odasında, kolumda serumla geçirdim. Hoş geldin mide rahatsızlığı. Öperim gözlerinden.


12 Mart 2010 Cuma

Laleler Laleler Laleler Laleler Laleler Laleler Laleler Laleler



***
Lale devri, Osmanlı tarihinde 1718-1730 yılları arasında geçen süreye denir.

Lale devrini padişah Sultan III. Ahmet ve özellikle onun Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa açmıştır. Bu devir, memlekete Batı'dan bazı yeniliklerin girmesi ve saray çevresindeki zenginlerin yaşadığı eğlence hayatıyla belirir. Lale merakı yayılmıştı ve yabancı memleketlerden lale soğanı getirilirdi. "Mahbup" adı verilen bir lalenin soğanı 500 altına satılırdı.

Lale devrinden önce devlet ve halk Venedik, Avusturya ve İranlılarla yapılan savaşlardan yorgun düşmüştü. Barışcı bir devlet adamı olan İbrahim Paşa sadrazam olunca, Avusturya ve Venedik'le toprak kaybı pahasına da olsa Pasarofça Antlaşması (1718) yapılıp savaş sona erdirildi.

Doğu sınırlarında da güvenlik sağlanmaya çalışıldı. Bundan sonra devlet yönetiminde ıslahat ve yenileşmeye gidildi. Lale devrinde ordu yeniden düzenlendi, İstanbul'da itfaiye teşkilatı kuruldu.

İstanbul yeniden imara başlandı. Yeni köşkler,saraylar yapıldı. Türklere ait ilk basımevi açıldı. Yalova'da bir kağıt fabrikası kuruldu. Dokumacılık, çinicilik yapımevleri çoğaldı. Sanat ve bilim korundu.

Padişahın, sadrazamın eğlence ve israfları, yakınlarını iyi mevkilere getirmeleri ve yeni vergilerin konması halkı sıkıntıya soktu ve şikayetlere sebep oldu.
İlmiye sınıfından Zülali Hasan ile İspirizade Ahmet Efendiler, Patrona Halil'i bir isyan için teşvik ettiler. Tarihimizde Patrona Halil isyanı diye anılan isyan patladı. İsyancıların ısrarıyle İbrahim Paşa öldürüldü, sonra Sultan III. Ahmet tahttan indirildi. Böylece Lale devri kapandı.

***

Bahar geldi, lale devri başladı da İstanbul'da. Ahmet efendiler gelse de bizi de isyana teşvik etse demiyorum desem yalan olur.

11 Mart 2010 Perşembe

Pır Pır


Ezgi'nin Günlüğü'nün yeni albümü çıkmış. Pek sevindim... Sevenleri haberdar edip sevindirdim. Her albümde bir şarkıya takılma geleneğimi sürdürüp, bu albümden "Kadıköy" şarkısını seçip cebime koydum.

"bir akşam masası
iki kişiyiz sen ve ben..
gidiyorsun hiçbişey söylemeden birden ...
kadıköy'de bir yağmurlu bahçeden ...
yıllar külleniyor izi kalıyor aşkın,
yüreğim kurtulsa da yangından, alevden
yana yana kül olayım unutup yine sevdan olayım,
geçmem bir daha kadıköy'den ...
sen uzaklarda bekleyen
ben gurbette bir göçmen
zamanı durdurabilsem ne ben kalsam, ne sen gitsen.."

"Hayat ne garip, vapurlar falan" diyeceğim yine. En sevdiğim grubun albümünü görüp sevinçten pır pır ederken yüreğim, duyduğum bir haberle bir anda korkudan pır pır etmeye başladı.

Mini mini bir kuş misali pır pır edip kaçıverecek bugün yüreğim. Başımı da götürse keşke yanında. Bu ağrıdan kurtulurum o zaman.





Bir de...

Sen de başını alıp gitsen artık ne olur? Kuşlar gibi mesela. Ne olur?



9 Mart 2010 Salı

İçimdeki çalış diyen sesi bulmaya gittim.Gelcem.



* Ne demişler?
- Mart ayı dert ayı.

* Kimler demiş?
- Tabi ki de muhasebeciler.

* Niye demişler?
- Mart ayı vergi ayı.

Garfi gibiyim şu sıra onca iş güç var benim içimden bir ses "çalış" diyor. Sonra çabucak susuyor.

* Yoğurtsuz bir dünyayı hayal bile edemiyorum. İyi ki varsın yoğurt. Keşfedenden Allah razı olsun.

* Dün gözlüklerimin gözümde olmaması ve ıslak bir gün olmasının sağladığı ortam sayesinde otobüsten inerken çok da artistik olmayan bir stille düştüm. Çok güldüm ama sonrası acılıymış. Belimi kötü çarpmışım. Şimdi şimdi anlıyorum. ühü. Çok canım acıyor lan.
* Yağmur yağıyor diye iş çıkışı gidip bir şemsiye aldım. Dışarı çıkıp on metre yürümeden ilk ters rüzgarda kırıldı. Satan arkadaşın bağırsaklarına sokup açmak istedim o şemsiyeyi. Bu sıralar ne satın alsam verdiğim para ziyan oluyor zaten. Cep telefonu, gömlek, şemsiye, bir kutu şeker vs vs.

* Blogun başlık kısmında yer alan resim ve yazının içerisindeki resim Sam Toft'a ait. Ben çok beğendim çalışmalarını. Özellikle başlık kısmında olan resim, peşindeki kedilerle benim yedi sene önceki halim gibi.

* Adapazarı'nda yaşadığımız sokağın başında, ne üzerine olduğunu hatırlamadığım, yaşlı bir amcaya ait ufak bir dükkan vardı. Kapısına tebeşirde ; "Kaveye ya da camiye gittim. Gelcem" yazardı. Her gördüğümüzde gülümsetirdi bizi. Amca her an her yerden çıkabilirim izlenimi bırakıyordu insanda.

* House M.D.'nin yeni bölümü yayınlansın artık. Bizim diziler bıraksak haftada iki bölüm yayınlayacaklar bu herifler sezon ortasında haftalarca ara verip deli ediyorlar insanı yahu.

* Aksilik denen şey ya da kötü talih ya da her neyse bir kere bulaştığı zaman düşmez mi insanın yakasından? Bir kere bile derin bir nefes alıp "ohh" dedirtmez mi adama? Hayat O'nu niye böyle yoruyorsun? Bırak artık uğraşmayı.

* Gittim ben.

8 Mart 2010 Pazartesi

gün, önem, anlam, hayal, gerçek

Bugünün "Kadınlar Günü" olduğunu belediyelerden birisinin astığı afiş sayesinde farkettim. "Aslında bugün kadınlara bir güzellik olarak otobüsler ücretsiz olsa mesela" dedim. Sonra bir sahne canlandı gözümde;

"Genç bir kadın otobüse biner tam akbil basacakken şöför;
- Kadınlar günü olduğu için bugün kadınlara ücretsiz.
- Ne diyon sen beaaa !!!! kadın değilim kızım ben !!
der ve olay büyür, otobüs şoförü şöförü "kız"ımızı döver falan."

Bu sahne gözümde canlanınca kendi kendime güldüm ve vazgeçtim "kadınlara ücretsiz yolculuk" projemden. Ne gerek var bu mühim günde ortalığı karıştırmaya.

Kadınların, kadınlıklarından bihaber geçirdikleri günlerin sonuncusu olması dileğiyle.

8 MART KADINLAR GÜNÜMÜZ MÜBAREK OLSUN.






dipnot: belediye mevlüt okutçakmış giden olursa beni de çaldırsın gelirim ben.

5 Mart 2010 Cuma

"Hayat Beni Neden Zorluyorsun" Dediğim Anlardan Biri Bu

Aslında yarın sabah "gitmek istemiyorum!" diye bir çocuk gibi tepinebilirim. Zaten hastayım "sana da bulaştırmayım" diyebilirim. Kayıplara karışabilirim. Mesela bu gece başka bir şehre kaçabilirim.

Ama O'nu kırmayı istemiyorum. Yanında olmayı istiyorum. Eğer gitmezsem ölene kadar kafama kakacağı, hayatı bana zindan edeceği gerçeği de var. Ama bir yandan da çok korkuyorum.

Sakin olmalıyım.

Ben ki koca bir seneyi farelerle dolu bir evde geçirdim. On köpek etrafımı sarıp hırladı da kılımı kıpırdatmadım. Hayatımda ilk kez gireceğim ameliyathaneye bile güle oynaya, espiriler yaparak gittim. Bir kaç santimlik fetüsten mi korkacağım? Hayır korkmayacağım! Belki de korkularımı yeneceğim.




Bayılmasam keşke o da yeterdi be. ühü.


4 Mart 2010 Perşembe

7. Luke Rhinehart - Zar Adam'ın Peşinde


Aslında bu kitap yerine başka bir kitap alacaktım ama arkadaşım "her kesin elinde görüyorum şu Zar Adam'ı, sende bir oku bakalım neymiş bu" diyerek, seçtiğim kitabı bıraktırıp aldırdı. O'nu bu yüzden hiç affetmeyeceğim. Fakat Zar Adam zannederek aldığımız kitap aslında devam niteliğinde bir kitap olan, Zar Adam'ın Peşinde'ymiş.

Zar Adam kitabında anlatılan, sahip olduğu hayatı alt üst ederek, bütün hayatını zarların seçimlerine göre sürdüren ve yaşamını tamamen şansa bırakan bir psikiyatrist. Ki bu kahramanın adı Luke Rhinehart yani yazarın kendisi. Bu kitapta anlatılan ise Zar Adam'ın, zar hayatını seçip 15 yıl önce terkettiği oğlunun, Larry Rhinehart'ın, Zar Adam'ı arayış hikayesi.

Olasılıksız kitabını okuduğumda "aksiyon dolu, heyecanlı bir filmi seyretmek gibiydi" demiştim. Bu kitabı okumak için ise sıkıcı bir filmi izlemek gibi birşeydi. Hani televizyonda hiç birşey olmaz da mecburiyetten yarı uyur, yarı uyanık bir halde izlersiniz, zaten sonunu görmeden uyuya kalırsınız ya.. İşte öyle birşeydi.


Farkettim ki bir kitap iki haftamı kaplıyorsa, bu onu sevmediğim için oluyor.

Ben en iyisi bu akşam gidip tanıtımını yapacak başka kitaplar bulayım.

3 Mart 2010 Çarşamba


Amy Winehouse - Back To Black



Rastgele modunda olan müzik çalar, ikibinbeşyüzdoksanbeş şarkı arasından onu seçer.Uzunca bir süredir O'nun dinlenilmediği gerçeği farkedilir. Amy'nin muhteşem sesi duyulunca, ofiste yalnız olmanın verdiği rahatlıkla ses yükseltilir. İtinayla mest olunur.


Hastasıyım!






- ARKADAŞ DÖKÜMÜ-

Evvela dişlerimiz döküldü
Sonra saçlarımız
Arkasından birer birer arkadaşlarımız
Şu canım dünyanın orta yerinde
Yalnız başına yapayalnız
Kırılmış kolumuz, kanadımız
Tatlı canımızdan usanmışız

Bir şüphedir sarmış yüreğimizi
Ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi
Bir şüphedir demir atmış ciğerimize
Pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi
Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun
Bir çalım bir kurum hepimizde
Nereden inceyse oradan kopsun

Bu canım dünyanın orta yerinde
Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize
Yalan mı? Gözünü sevdiğim karıncalar
İşte: Hamsiler sürü sürü
Arılar bölük bölük geçer
Leylekler tabur tabur

Ya bizler? Eşref-i mahlukat! ..
Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz

Bizler bölük bölük, bizler tabur tabur
Bizler sürü sepet
Yalnız birbirimizi öldürmüşüz

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU



2 Mart 2010 Salı

ballim'e

Hani insanlar çok üzüldüklerinde, birini çok özlediğinde der ya "burnumun direği sızlıyor" diye. Öyle işte canım benim. Burnumun direği sızlıyor seni düşününce.
Çocukken çok saçma gelirdi bu söz, zaten çocukken anlamsız gelen herşey anlamlı, anlamı olan herşey anlamsız geliyormuş insana büyüdükçe.

Dün gece rüyamda gördüm seni, aslında seni gördüm de denemez senin o tabutun içinde gittiğin anı gördüm. Beni eve yollamışlardı kaşık almam için, evdekilere yemek veriliyordu ve çok kalabalıktı yetmemiş evdekiler. Neyse ben geri döndüğümde sen gidiyordun. Elimde bir sürü kaşık öylece kalakalmıştım. Cenazenden hafızamda kalan en net şey kaşıklar. Hangi gün ölmüştün onu bile bilmiyorum ballim. Bilmek istemiyorum.

Burnumun direği sızlıyor ballim.

Ne olurdu şimdi burada olsaydın? Yapamıyorum, bazen omzuma yüklenenlerin altından kalkamıyorum. Bilseydim ki sen varsın ardımda kolay olurdu ama şimdi düşünüyorum, çabalıyorum hiç bir boku beceremiyorum.

Böyle sızlanmaktan da hiç hoşlanmıyorum. Yorgunum be ballim. Kıvrılsam yanına olmaz mı?

Biliyorum olmaz. Daha çekecek dertler var değil mi? Olsun be ballim. Olsun anasını satayım.

Gözlerin gibi yaşamak ballim, bir yanı deniz mavisi, içine ferahlık doluyor insanın. Bir yanı koyukahve dilinde acı bir tat bırakıyor.

Çok şey var sana anlatacak...

1 Mart 2010 Pazartesi

Börtü-Böcek, Falan-Filan, Aman Da Aman!

Karikatür; Yiğit Özgür

- Geçenlerde bir hafta sonu arkadaşlara yemeğe gittik. Muhabbet, sohbet, kahkahalar, gülüşmeler, bebek vızıldamaları falan. Arkadaşlar
"gün" yapalım aramızda diye bir fikir attılar ortaya. Ben bilmiyordum bu "gün" mevzusunun ne olduğunu anlattılar önce anlamadım. Çok dalga geçtiler benimle, "günün ne olduğunu bilmeyen kadın mı olur?" dediler. Ezdiler beni adiler.

- Posta gazetesi arada bir örgü dergisi veriyor. Orada modellik yapan bir abla var. Yapmasın o abla. Korkuyorum.

- Çok canım sıkıldığında ya da kendimi çok yorgun hissettiğimde içimden bir şarkı yükseliyor. O şarkı Serdar Ortaç'tan "Hayaaaağğğğttt beni nedeğğğnn yoruyosuuunnn" belleğimdeki o kadar şarkı arasından sadece ve sadece bir kere dinlediğim, dinlemek zorunda kaldığım hadi itiraf edeyim iki üç dans figürü sergilediğim (ama o da sırf ortama ayak uydurmak için valla istediğimden değil ) bu şarkı niye durmadan dönüyor. Hayat beni neden yoruyo lan !

- Bir gece çok canım sıkıldı. Ben internette yapacak şey bulamayan bir insan olduğum için bilgisayardaki klasik oyunlardan olan "hearts" diye bir oyun açtım. Nasıl oynanıyor diye bakıp, başladım oynamaya ama canım daha çok sıkıldı. Yeniliyorum, hırsımdan deliriyorum. Saatler geçmiş. Çok sinirliyim ama ben. Baktım o en sinirli anlarıma özgü kollarımdaki karıncalanmalar (yani bir şeyleri parçala, monitöre kafa at, klavyeyi parçala diyen dürtüler) başladı. Bıraktım. Bana göre değil böyle şeyler.

Mesela tavlada yenilince falan tavlayı beni yenenin bağırsaklarına sokmak istiyorum. O nedenle böyle oyunları hiç oynamıyorum.

- Sürekli kilo alıp veriyorum bir ayarım yok ama kim bana "kilo almışsın, zayıfla" dese "bu aldığım iki kiloyu sana ithaf ediyorum" deyip inadına daha fazla kilo alasım geliyor. "Erik model look" mu olacağım yahu ne gerek var manken gibi olmaya. Kimseye inandırıcı gelmeyebilir hatta bazen ben de inanmıyorum kendime ama çok da zikimde değil durum. Hayatımı onlara adayacak kadar takmıyorum ben kilolarımı çok özür dilerim. Yani özetle "sihirli bir değneğim olsa çaya batırır yerdim"

- Yaklaşık bir haftadır evli bir arkadaşımın sorunlarını dinliyorum. Sorun dinlemek sorun değil de sorunun kendinde olduğunu kabul etmemesi ve sorunların çözülmesi için her şeyi kocasından beklemesi beni deli ediyor.

- Bir de hamile arkadaş problemi var hatun ne desek alınıyor. Küsüyor, surat asıyor. "Hay ben bu hormonların..."

- Kırmızı renk bir cüzdan aldım. Niye aldım? Yanımda kırmızı ayakkabıları almama sebep arkadaş vardı. Nasıl ayartıyor bu kız beni yahu? İçimdeki kokoş dışarı çıkıyor O'nun yanında. Ama hakkını yemeyelim anti alışveriş bir insan olan ben bile çok şahane vakit geçiriyorum O'nunla.

- Saçlarımı kesitirmekle, kestirmemek arasında bir yerdeyim. Acaba bir yerlerde ucundan al dediğin saçları ucundan alıp seni kelaynak kuşuna çevirmeyen kuaför var mıdır? Yoksa bu gökkuşağının ucundaki altın küpü kadar hayal midir?

- Çok fena hastayım, en sümüklüsünden. Şıp şıp damlıyor burnum contası bozulmuş musluk misali.

- Pantolon ceplerini kontrol etmeden makineye atıp bir çok şeyi kullanılmaz hale getiren sevgili annemin bu seferki kurbanı cep telefonum oldu. Sinirlenip fırlatılan, tranvay altında kalmaktan son anda kurtulan, metrobüs yollarına düşen ve binbir türlü eziyet gören zavallı telefonum sonunda hakkın rahmetine kavuştu. Sanırım mutludur benden kurtulduğu için.

- Bugün medya player dönüp dönüp kendi sesinden Atilla İlhan şiirlerini çalıyor. Aslında iyi de oluyor.
sen söyle serseriler kralı istanbul 
sen söyle iki gözüm
 hangi merhem çâredir şu bizim yaramıza
 yel üfürdü su götürdü gençliğimizi
 elimiz boşa geldi meydanlarda kaldık
 meydanlar serseri biz serseri sağımız sefalet solumuz ölüm
işte geldik gidiyoruz 
kahrolasın 
kahrolasın istanbul şehri 

- Dün akşam kuzenler bizdeydi bahçede mangal partisi yaptılar. Çok yoruldum sağa, sola koşturmaktan ama çok güldüm, çok eğlendim ve çok da özlemişim evin ağzına kadar tıka basa dolu hallerini. Yaz gelse dedim. Bahçede semaverde çay yapsak, çekirdek çitlesek falan.

- Kıçının kılları ağarmış, yaşı, başını alıp uzaklara gitmiş adamların her lafa "seks" sokması, her sözünüzü başka yere çekmeleri, her şeyden farklı anlam çıkarmaları var ya delireyazıyorum onları görünce.

- Bitti.