30 Ekim 2009 Cuma

Bu Havada Gidilmez.


Bir yanım kalk gidelim diyor. Diğer yanım bok yeme otur oturduğun yerde gerizekalı diyor. (Ne kadar terbiyesiz bu diğer yanım. )

İşin kötüsü Nazan abla da diğer yanımdan taraf olmuş "bu havada gidilmez" diyor.

Ama hakikaten bu havada gidilmez. Yağmur bir yandan, soğuk bir yandan. Arabalar da su sıçratır. Yalnız da gidilmez üstelik.

Yalnız yolculukları hiç sevmem ben.

Özellikle vapura yalnız binmekten hiç hoşlanmam. Hani batarsa falan yanımda yüzme bilen birisi olsun isterim. Yok len şaka ondan değil.

İstanbul'a bir vapurda aşık olmuştum ben. Küçücüktüm. Beynim cücük kadardı. Her neyse küsüz şimdilerde...

Eski sevgiliyle başbaşa kalmak istemezsin ya. O'nunla karşılaşacaksan yanında birisi olsun istersin ki iki kelam edilsin ortamda. Gözlerine bakamazsın hani...

Öyle birşey benimkisi. Oyalanacak birisi olsun yanımda isterim. Başbaşa kalmayalım. Ama çoğunlukla yalnızım artık. Kaçamıyorum O'ndan.

Arada bir, o da eski ateşli günlerin hatırına, soğuk sevişmeler yaşıyoruz.

Bazen sevişme sonrası sigaramızı içerken, çıplaklıktan istifade kafamdakileri sorayım diyorum. Vazgeçiyorum. O ki; Haydarpaşa'nın merdivenlerinden kendisine "yeneceğim seni İstanbul!! A.... koyacağım senin!!" diyenlere bile bir kere olsun "yaaa bi sittir git" dememiştir. Ben sorsam ne cevap verecek?

Ayrıca bu şehri bu kadar kişiselleştirmek de saçma. Zavallı İstanbul her gün kaç milyon insanla uğraşıyor zaten.

Mesela, geçen Pazar günü bindiğim vapurda, helva satan adamın; "helvabilira, helvabilira, tazegeldi, çıtırtır, helvabilira, AHHH İSTANBUL!!!, helvabilira, helvabilira, SEN ADAMIN ANASINI AĞLATIRSIN İSTANBUL!!!, helvabilira, günlükçıtırçıtr" diye serzenişte bulunduğunu duydum.

O ana kadar kulaklarımdaki müziğe, çatlamış dudaklarımdaki acıya, burnumdaki sızıya odaklanmış ve gözlerimi bir noktaya sabitlemiş, düşünmüyordum. Ne güzel şeydir düşünmemek bilir misiniz?

Ama helva satan adam her şeyi mahvetti. Kafamı çevirip camdan dışarı O'na baktım. Başladım O'nu düşünmeye. İçinde yitirdiklerimi düşündüm. İçimde yitirdiklerimi... Helvacının neler yitirmiş olabileceğini düşündüm. Beynim patlayacak zannettim. Kaçar adım attım kendimi Üsküdar'ın kalabalığının arasına.

Otobüse biner binmez kapattım gözlerimi, uyumaya çalıştım. "Yok" dedim. "Bir daha olmaz, başbaşa kalmayalım."

Ne zaman böyle olsa, biraz daha derinleşiyor benim yalnızlığım.

Kalabalığında değil, yalnızlığımda boğuluyorum.

Nereye gideceğini bilmediği halde durmadan "kalk gidelim" diyen yanıma kanmaya başlıyorum.

İşin kötüsü bu olup bitenin, bu yalnızlığın, bu halin seninle alakası olmadığını da biliyorum.

Bok yeme otur diyen yanımla Kız Kulesi'nin karşına oturup çekirdek çitliyorum.

Çok fena küfürler saydırıyorum dilimde.

Sadece kendime...

Şişşt İstanbul!! Bakma sen bana. Şöyle manzaralı bir yerde demli bir çay içelim mi?


28 Ekim 2009 Çarşamba

Şimdiden Başlayalım Kutlamaya.




Hatırlar mısınız ilkokulda her bayram öncesi her yanı bayraklarla süslerdik. Bugün yine aynı şeyi yapmayı istiyorum. Her sene olduğu gibi bu sene de içim kıpır kıpır.

Bugün özgürce yaşayabiliyorsak, bu bayrak için, bu toprak için, bu millet için omuz omuza savaşıp, can veren Kürt'ü, Türk'ü, Çerkez'i, Laz'ı sayesindedir.

O insanlar için, bizi bize düşürmeye çalışanlara inat, her sene bir öncekinden daha coşkuyla kutlamalıyız bayramımızı.


29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.




27 Ekim 2009 Salı

Gitti


Hatırlıyorum da deli etmişti beni şu fotoğrafı çekene kadar. Hiç sevmezdi fotoğraf makinasını.

Şimdi elimde sadece fotoğrafları kaldı.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Pisi Pisi-kopatım


Ne zaman sokakta yürürken sigara içen bir kadın görsem, o naif parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı dudaklarına götürdüğü an ağzının üstüne bir tane vurasım geliyor. Saçlarını yolasım geliyor. O kadar sinir oluyorum o görüntüye. Hem yürüyüp hem sigara içmeyin hanımlar. Çok çirkin bir görüntü valla bak gerçekten...



Binbir Gece dizisinde Şehrazat'ın oğlunu oynayan bir çocuk vardı. O çocuk elime geçse eşşek sudan gelinceye kadar döverdim yeminlen. Hiç çocuk dövmüşlüğüm yok ama açılışı onunla yapmayı isterdim. O kadar gıcık oluyordum lan ona. Bir de bir kız vardı yine bir dizide oynayan. İkisini birbirine çarpmak gelir içimden...



Spor salonuna yazılacağız. Danışmaya gittik, "biz kayıt yaptıracaktık" diyoruz. Gayet de sevimliyiz. İki tane angut koymuşlar oraya dönüp bakmıyorlar bile. Yaptıkları birşey de yok geyik yapıyorlar aralarında. "Kusura bakmayın biraz bekleteceğiz" falan deseler sorun yok. Neyse bekliyoruz... Arada kendimizi hatırlatıyoruz. "Kayıt var bizim " falan diyoruz. 20 dakika sonra döndü "Sizin ne vardı?" dedi. Son derece sinir bozucu bir ifadeyle.. O gözlerimin içine baktığı an "keşke bir silahım olsaydı" dedim. Çok istedim beynini etrafa saçmayı.



Yürürken sigara içen kadın kadar, orospu edasıyla sakız çiğneyen erkeklerin de dişlerini döküp eline vermek geliyor içimden.



Çok eski bir komşumuz var. Aynı apartmanda otururduk. Öyle gıcık oluyorum ki adama, yolumu değiştiriyorum onu görünce. Gözümü kapatıp deli gibi dövmek istiyorum bazen. Üzerinde "haydar" yazan bir beysbol sopam olmadığına çok hüzünleniyorum. Olsa onunla o adamı dövsem. Ne güzel olurdu.



Babamın bir halası var. Hayatımda gördüğüm en gıcık, en sinir bozucu, en kötü ne varsa öyle bir kadın. İnim inim inlesin istiyorum. Son nefesini veremesin. Hiç bir sevdiğini son kez göremeden acılar içinde ölsün istiyorum. Beni nasıl en sevdiğim insanı son kez görmekten mahrum bıraktıysa o da öyle mahrum kalsın. Çok acı çeksin istiyorum.



Her zaman iyi düşünceler, iyi dilekler dolaşmıyor beynimde.



15 Ekim 2009 Perşembe

Geriye İlerleyin!



Son üç senedir, İstanbul’un Avrupa’sıyla Anadolu’su arasında mekik dokurken birşeyden emin oldum. Şu ki; otobüs şöför ve muavinleri ile ülkeyi yöneten siyasetçiler birbirine çok benziyorlar.

Bende bir çok insan gibi toplu taşıma araçlarını sevmiyorum. Yorgun argın çıktığınız işinizden evinize ulaşmak için her daim kalabalık bir otobüs hattını kullanmak zorundaysanız, bu yolculuktan hoşlanmak imkansız. Hoşlanacak olanın sadist olması lazım. Ya da sapık.

Zaten kalabalık, havasız, sıkıcı, binenlerin inenlerin iki katı olduğu otobüste iki saate yakın yol gideceksinizdir, bir de üstüne ön taraftan sürekli bir ses yükselir “ Arkaya doğru ilerlerleyin!!! Boş arkalar!!! İlerleyin!!!” diye azarlayan bir ses. Kendisine muavin denen insandır bunu yapan. Ya da bizzat şöför bey amca işe parmak atar.

Şimdi bu arkadaşlarla, siyasetçileri benzettiğim yerde tam burası; her şeyi olduğundan farklı görüyorlar. “Kardeşim neresi boş eziliyoruz burda” diye haykıran seslere aldırış etmezler. O’na göre hep boştur otobüsün arkası. Buna karşı gelemezsiniz. Ben o otobüste Hitler döneminde hınca hınç dolu trenlere bindirilip ölüme götürülen yahudiler gibi hissederim kendimi. Ama öndeki ses sürekli “arkalar boş ilerleyin” der.

Kara delik var sanki arkada...

O kadar boş ki masa attık okey oynayacağız dördüncü eksik. Neresi boş yahu...

Siyasetçiler de aynı işte “Enflasyon düştü” , “İşsizlik oranı azaldı” , “Terör bitti”, “Okuma- yazma seviyesi yükseldi”, “Çocuk esirgeme kurumu yurtlarında çocuklar şiddet görmüyor”, “Çocuklara taciz diye birşey yok”, “Sokak çocukları yok”, “Türkiye’de çocuklar çalıştırılmıyor artık”,“Türkiye hep ileri gidiyor”, “Herşey güllük gülstanlık” falan filan bir sürü şey bunlar gibi. Söyledikleri şeyler olması gerekenler ama aslında olmayanlar. (bknz:Pollyanna).

Nasıl ki muavin arkadaşlar “ya kardeşim ezildik neresi boş bu arkanın” diye haykıranı umursamadan höykürüler, ülkenin yönetimini elinde tutanlarda “açız, açıktayız, işsiziz” diye haykıranı duymamazlıktan gelir. Kral’ın çıplak olduğunu bir tarafınızı yırtmak pahasına haykırsanızda, onlar sürekli arkaya ilerlememizi istiyorlar.

Arkaya doğru ilerlenmez ki, geriliyoruz... ( Hem de her iki anlamında da geriliyoruz. )

Şimdilerde hanımlar çizgilerinden kurtulmak uğruna yüzlerini gerdirip, bütün ifadelerini kaybedip, tek bir ifadeyle bakıyorlar ya herşeye. İşte gerilimler sonucu halkta bir süre sonra aynı oluyor tepkisiz, ifadesiz. Dünyanın en pahalı benzinini kullanmamız kimin umrunda ya da havaya suya konan vergiler, halkı yolunacak kaz gibi gördüklerini söyleyen bakanlar... Kim şaşırıyor bunlara?

Şaşırmıyoruz, kızmıyoruz, tepki göstermiyoruz. Şaşırıpta itiraz eden arkadaşlara da annesini de alıp geriye doğru ilerlemesi söyleniyor. Ya da ortalık savaş alanına dönüyor.

Başbakanın eskiden İETT de çalışmış olmasının bir etkisi var mı diyeceğim ama ondan önce de pek farklı değildi ki.

10. Yıl marşında Türk’e durmak yaraşmaz. Türk önde! Türk ileri! densede, geriye doğru ilerleyin siz...

Öyle istiyor muavin arkadaş.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Söz

Benim en sevdiğim söz, senden duyduğum ben’dir.
Hep yinelediğim söz, sana koyduğum ben’dir.
İyi olmak adına bilgiç olmak istemem,
seni senlediğim söz, bir bir oyduğum ben’dir.

Özdemir Asaf



13 Ekim 2009 Salı

,

Hep söylerim; ayakkabı arkadaş gibidir, genelde arkadan vurur. Adamın anasını ağlatır.

Ama ben bu kadar kahpesini görmedimdi.




12 Ekim 2009 Pazartesi

.

"Sen, hiç sen gibi değilsin uzun zamandır." dedi.

"Yorgunum... Çok..." dedim.
Ne diyeyim? Yalan da değil hani.

9 Ekim 2009 Cuma

Güzeldir Güzel




Deli gibi çalışıp yorgunluktan bittiğinizi hissettiğiniz bir an, o günün Cuma olduğunu hatırlamak...

Yarın çalışmayacağını, uyuyacağını hatırlamak...

Çok güzel len. :)))))


Hayat her gün Cumartesi olsa :)

Aşka gelmişken çalışayım ben biraz daha ;)

7 Ekim 2009 Çarşamba

Biri Bana Anlatsın

Dün İstanbul Avrupa yakasında özellikle Taksim ve civarında gösteriler vardı. Mutlaka herkesin haberi vardır olanlardan. IMF heyetini protesto eden bir grup polisle çatıştı. Ortalık savaş alanına döndü. Göstericiler çevredeki iş yerlerine saldırdı. İş yerlerinin camlarını kırdılar, gazetede okuduğuma göre bazı iş yerlerinin içine kadar girip dağıttılar, sokakta olayla alakası olmayan insanlara saldırdılar. Yarattıkları arbede yüzünden hastaneye götürülemeyen bir kişi hayatını kaybetti.

Sabah iş gitmeden önce akşam yemeğimi yerken izlediğim haberlere, okuduğum gazetelerde gördüklerime inanmakta zorluk çektim.

Elbette IMF yanlısı değilim ben de. Ve insanların artık tepki göstermesi gerektiğine inanıyorum. Tepki olmalı. Ama böyle değil. Birbirimizin ekmek teknelerini parçalayarak mı karşı duracağız bizi yıkmak isteyenlere?

Taksim de dün bir hayat yitti.

Bir çok iş yeri zarara uğradı.

IMF'ye ne oldu? Hiç.

Kırkbeşmilyar dolar daha borçalandık kendilerine.

Peki bu dün olanlar neydi? Bunları yapanlar kimdi?

Gerçekten amaçları neydi?

Bu gidiş nasıl bir gidiştir?

Biri bana anlatsın.
Hani insanlar dönem dönem durur da hayatlarının muhasebesini yaparlar.

Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Benim için daha kolay olur zannediyorum. Mesleğim bu. Okullar okudum ben bu işin üzerine...

Ama gel gör ki yine tutmuyor mizan.

O kadar hatalı ki yaptığım her şey.

Okuldayken de hocalarımdan azar işitirdim. Niye tutmadı bu mizan???

Ben bu işte hiç iyi değilim. Yanlış meslek seçtiğime artık çok daha eminim.

iyi de ben seçmedim ki bunu...




benden adam olmaz adamım

Açtım müziğin sesini, inletiyorum ofisi... Eski bir şarkı bu sen bilmezsin. Sen bu tarz bir müzik bile dinlemezsin.

BELKİ diyor Demir Demirkan. "Belki"lere takılıyor aklım...

Sonra BELKİ DEĞİL MUTLAK diyorum içimden. O da başka bir şarkı. Şarkıları severim bilirsin.

Belki değil mutlak....

Ben iflah olmayacağım.



...

Eski radyoda eski bir şarkı... Aklımda eskimiş, bitmiş masallarım. Kalbimde eski bir aşk. Elimde bir türlü bitiremediğim eski bir kitap.

Saçlarımda denizin dalgaları...

Bir şiir... Güzel bir kadın sesinde, her zerresi anlamdırılmış, duyuldukça acıtmış bir şarkı...

Özlem... Eskiye... Sana...

Bunlar var şimdilik elimde...

Bir de dört kedi, bir sokak köpeği, uçup giden muhabbet kuşlarımın dökülen tüyleri var...


2007

6 Ekim 2009 Salı

eskimeyen eski

ben düşler sokağında, cehennem apartmanının, bodrum katındaki, kaldırım manzaralı penceremin önüne oturmuş, artık olanları kaldırmayan yüreğimde sızı, kucağımda miskin kedim, omuzlarımda keşkelerimle birlikteyim...


karşı kaldırımda zaman hızla değişmekte ve hayatlar geçmekte penceremin önünden sadece ayaklarını görebildiğim...


aklımdaysa bir düş...


bahçesinde kocaman bir akasya ağacı, hanımeli ve iğde çiçeklerinin kokularıyla bezenmiş, pembe panjurlu bir evimin olduğunu ve penceremin önünden geçip giden hayatların ayaklarını değil de gülen gözlerini görebildiğim bir ev, bir hayat düşlüyorum...


Ahh... Bu düşler beni bu hale düşeren.

Bir sigara...bir sigara daha.......

5 Ekim 2009 Pazartesi

Balık mıyım? Neyim?




- Cep telefonun nerede senin? Niye hiç açılmıyor o telefon yahu?
- Eeee ben şimdi arkadaşta kaldım ya dün akşam. Orada unuttum telefonu. :)
- Aferin sana aferin..


- Süper olacak bu tatil. Fotoğraf makinasını aldın değil mi?
- Unuttum. :S Ama süper olacak yine de tatil. :)
- Boğacağım seni ya... Kızım aklın nerede senin ya dırdırdırdırdır
- Ben de merak ediyorum. Nerede? :S


- Bu ne hallll. Neden aldığın elbiseyi giymedinn???? Hani çok şık olacaktın benim düğünümde??
- Hiç sorma ya ben terziye verdim elbiseyi. Sonra almayı unuttum. :S
- Alıksın sen alık..


- Seval!!! Vergi ödenmedi diye kağıt geldi eve ne bu?
- (iç ses: hasssktirr) Sanırım ikinci taksiti ödemeyi unutmuşuz. :S
- dırdırdırdırdırdırdırazarzarzarzarzarnasihatnasihatnasihat
- (iç ses: gerzeğim ben gerzeğim gerzeğim gerzeğim)


Bu sadece bir kaç örnek hayatımın son zamanlarından. Zamanım sürekli bir şeyleri unutmakla geçiyor. Deli olacağım.... Etrafımdakileri de deli edeceğim.

Bir gün bir yerde kendimi de unutacağım diye çok korkuyorum. Koluma adımı, soyadımı, adres ve telefon bilgilerimi içeren bir dövme yaptırmaya karar verdim. Bulanların Allah rızası için aileme teslim etmelerini sağlarım belki. O da belki.

Acaba ben bir balık mıyım? O nedenle balık yemeyi sevmiyor da olabilirim. Kendi türümden olanları yemek istemiyorumdur bilinç altımda. Ama balıklar balık yiyor. Üstelik onların da hafızası hala 3 saniye. Niye böyle? Böyle olan ne? Burası neresi? Ben kimim?




1 Ekim 2009 Perşembe

Gözü kör olasıca moda ikoncanları




- Sevaaaaalll canım sıkılıyorrrrrr.
- Sıkı can iyidir çabuk çıkmaz puhahaha :P
- Sırf bu söz için öldürmeliyim seni.
- :) Tamam kızma hemen.
- Canım sıkılıyooorrrr. Ya eskiden ne güzel alışverişe çıkardık seninle yaa yine gitsek...
- 1. Hangi parayla? 2. Sen artık evli bir kadınsın kocan izin vermez falan gezmene ben sinir olurum hiç bulaşmayalım. (iç ses: sevmiyor kızım kocan beni benimle bakkala göndermez :)) Güzel günler geçmişte kalsın. :))
- Hayvan seni de göreceğiz evlenince. Hep özgür kız modunda dolaşmayacaksın herhalde. :)) Almasakta bakarız yaaaa gezelim bir gün...
- Al burdan bak sen. Dırdır edip durma annem gibi. modaylaalakalıherhangibirblog.com
- ehehe ne güzel şeyler var Seval burda... :)))
- Ayyhhh bir izin vermedin çalışmama ya.. Ben de bakayım bari len. :)

bi süre sonra;

- Ohaaaa a.q. (evet çok terbiyesizim) bu ne laan kadının ayakkabı odası var. :S
- Ne oldu :)))
- Bizim ev kadar lannn :S
- ehehehe Sevalcim sen bu bloglara bakma bence
- Ayakkabı odası :S
- Tamam tatlım sakin ol :))))
- Kapat lan bakma sen de bırak allasen ya bu ne ya psikolojim bozuldu.
- Sen yolladın linki bak diye :)))
- Ne iş yapıyor len bunlar? Bu ne ya haksızlık bu ühühühü
- Bak, kadının bir çizmesi varmış bir yazlık ayakkabısı ikisini birleştirip tek ayakkabı yapmış. Düşün o kadar bol yani kesiyo biçiyo falan hehehehe :))
- :))) Zenginlik başa bela len..

- Piştt bizde yapalım mı? :)))
- Ya bi sttr git :)))

en son.....

- Sevalllll güllere baaakkk ayyyy ben bunlardan yapıp takıcammmm

- Allah'ım ne yaptım ben? Bir canavar yarattım :))