29 Aralık 2009 Salı

Senden Adam Olmaz Adamım*

Yapamadım...
Yataktan zinde, süpersonik neşeli, dinlenmiş şekilde kalkmayı hiç başaramadım. Hatta tam aksine dayak yemiş gibi kalkıyorum. Kalkmak istemiyorum.

Geçen gece uykusuzluktan ölmek üzere olmakla, film izlemek arasında kalmış, filmdeki kadın ile adamı dinliyordum. Adam anlattı anlattı "işte bu benim tutkum, her sabah yataktan kalkmamı sağlayan şey" dedi. Sonra kadına sordu "senin sabahları yataktan kalmanı sağlayan şey, tutkun nedir?" dedi. Kadın "aşk" dedi. Ben de "yaaaa bi sittirin gidin" dedim. Televizyonu kapattım, kıçımı dönüp yattım.

Niye böyle bir şey yaptım peki?

***

Olmuyorrrr.... Olmuyor istesem de...
Hangi şarkıdaydı bu? Emre Altuğ'un "Yani" şarkısıymış. Allah şu gugılı bulandan razı olsun.

Olmayan ne peki? Olmayan, benim. Olmuyor, ne kadar istesem de hanımefendi olmuyor benden. Ne bileyim izlediğim maçın skorunu soran kardeşime,"bilmem kim koydu bilmem kime üç tane puhahah" yerine sadece 3-2 falan diyeyim mesela ya da maç izlemeyeyim arkadaş. O ne öyle 22 adam bir topun peşinde koşuyor, sümkürüyorlar, tükürüyorlar falan. Ne bileyim örümceklerden korkayım, sinek görünce çığlıklar atayım, çimenlere oturamayım "ıyyy yivvvrenç oturamam ben oraya diyeyim" istiyorum. Ya da arkadaşlar toplaştığında herkes bira içerken, meyve çayı içeyim istiyorum. Ya da ya da çarşıda yürürken kafama su şişesi atan dersane öğrencilerine bağıra çağıra küfür etmek yerine, saçım bozuldu diye gözlerim dolsaydı istiyorum.

Peki niye böyle istiyorum?

***
Çok istiyorum,

Bazen Mustafa abiyi ya da herhangi birilerini öldürmeyi çok istiyorum. Kediler kızdığında sırtlarındaki tüyler diken diken olur ya ben de öyle oluyorum O'nun yüzünden. Silahım olsa ve öldürmek eylemi iki ayrı cihanda suç olmasa önce Mustafa Abiyi vururum. Sonra dün akşam otobüs durağında boş yer yokmuş gibi önüme dikilip görüş açımı poposuyla sınırlayan ablayı vurur görüş açımı genişletirdim.

İşte dünya o zaman yaşanılası bir yer halini alırdı.

Ne oluyo lan?

***
Bence,

İsmail YK Türkiye'nin 50 Cent'i dir, Snoop Dog'udur, Britney Spears'ıdır. Herşeyidir.

Çok mu alakasız oldu?

***
Genellikle,

Gıcıklık yapan, ortamda bana ya da başka birine laf sokan, küçük düşürmeye çalışan insanlara söylenebilecek şahane sözleri söyleyemiyorum ya da bu sözler aklıma hep sonradan geliyor. Böyle olunca kendime sinir oluyorum. Birilerine laf sokma aşkıyla yanıp tutuşanların ise gaz odasına gönderilmesi taraftarıyım.

Psikopata bağlanmak bu mu oluyor acaba?

***

Kuşlar, çiçekler, deniz falan ne güzel sevelim sevilelim hayat sevince güzel lan valla bak.

***

O değil de,

Hayat ne garip lan, vapurlar falan.


***

* Zardanadam şarkısıdır.


25 Aralık 2009 Cuma

Benim de söyleyeceklerim var

Karikatürlerindeki ayrıntıları pek sevdiğim, çizdiklerinde genelde çocukluğuma ait birşeyler bulabildiğim Umut Sarıkaya'nın "Benim De Söyleyeceklerim Var!" kitabına başladım bu sabah ve çok sevdim. Kitaba bu sabah başlamama rağmen neredeyse yarısını okudum. Bu akşam büyük ihtimalle bitiririm.

Kitabı sevmemin en büyük nedeni, bir kitap okuyormuş gibi değil de çok yakın bir arkadaşım, güzel de bir ortamda bana başından geçenleri, hislerini anlatıyormuş gibi hissetmem sanırım.
Sonra kitabın kapağı güzel. Dizleri çıkan picamalar. Ne sinir bozucuydu onlar yahu :)

Arka kapakta kitabın içindeki bir yazıdan yapılan alıntı zaten kitabı almama sebep olmuştu.

Ellerine sağlık Umut Sarıkaya'nın afiyetle okuyorum.

24 Aralık 2009 Perşembe

Falan Filan*



- 2010 Mayıs ayına kadar evlenen, nişanlanan falan olursa çok pis döverim. Evlenmesin kimse artık yeter. Bezdim, zaten sevmem düğün ve düğünümsü şeyleri. Hayatımın düğüne gitme rekorunu kırıyorum. Bir de masraflı iş anasını satayım.

- Oje sürmek kadar lanet bir iş yok. Tek parmağımı altı kere sildim tekrar boyadım. Sinir krizi geçirmeye başladım, elim ayağım titriyordu. İnat ettim yine de sürdüm. Başardım ama başarmanın heyecanıyla ojeyi döşemeye döktüm. Tabi döşemeyi temizlerken yine aynı parmak ama bir tek o bozuldu. Bu kez toplamadım dağınık kaldı. Yoksa beni toplamak için bir ekip gerekecekti.

- Kadından Kentler'i okurken otobüste uyuyakalmışım, rüyamda kitaptaki kadınları görüyordum. Bir hikayedeki kadın öteki hikayedekinin saçını başını yoluyordu. Senin hikayen niye benimkinden uzun diye. :) Ne çirkef kadınlar var yahu. :)

- Selim İleri kitapları beni hiç sarmadı. Pek sevemedim. İlk defa bir kitap çantamda iki haftadır yüzüne bakılmadan duruyor. Yazarı tavsiye eden, yazarla adaş arkadaşıma teessüflerimi sunarım. ( teessüfü doğru yazdım mı ki? )

- Babam akşamları geldiğinde ilk iş kumandaya sarılıp Lig Tv'ye geçiş yapıyor, üstüne bir de beş yaşındaki ultra yaramaz velet piçliğinde sırıtmıyor mu? Allah'ım... Eşşek sudan gelene kadar dövesim geliyor.

- Ohhh yendi ya Gassaray Trapzonu canıma değsin. :)

- Futbol konusuna girmişken bayılıyorum ben bu Erman hocaya yahu :)
- Otobüslerde tepeme dikilip "şimdiki gençlik ölmüş!!! utanmaz bunlar!! saygı kalmamış ki!!" ve benzeri cümleler kuran yaşlı teyzelere yer vermiyorum. Şikayetçi insanı sevmiyorum. Zaten "bi teyze gelse de yer versem Allah'ımm ne olur lan" gibi temennilerle otobüse binmiyorum. Farkedersem seni zaten kalkarım ama dırdır ediyorsun ya teyze kaybediyorsun beni.

- Bir de otobüs insanı arasında "öff çok kalabalık.. amannn öfff pöffff.. aman bayıldıhk.. çoh sıhıştıhk" şeklinde şikayet eden insanı falakaya yatırıp ardından kırbaca vurmak istiyorum. Binme abicim.. İstanbul burası ülkenin en kalabalık şehri, iş çıkış saatinde binme otobüse. Ayrıca binbir tane seçenek var. Git başka birini kullan götünü yaya yaya git sıhışmadan.

- Bu arada gıcık falan ama severim keratayı, baba sonuçta atsan atılmaz satsan kimse almaz.

- Sabah 07:30 da otobüse biniyorum, o saatte bile özene bezene yapılmış makyajlı, saçı başı süper hatun kısmısını görüyorum. Kadınlığımdan utanıyorum resmen. Ben ne giydiğimi bile iş yerine gelip ikinci çayımı içince farkediyorum.

- Bir arkadaşımın kaynanasını öldürsem kaç yıl yerim? Nedir bu torun merakı yahu? Ben daraldım yahu!!!

- Sanırım bir köpeğimiz olacak. Evdekilerin haberi yok ama ben, belediyede çalışan tanıdığımızın bahsettiği köpek için "getirin yaaawww bakarız" dedim. Sevgili ebeveynlerim duruma ne der bilmiyorum. Büyük ihtimalle kedilerim ve köpekle beraber beni barınağa bırakırlar.

- Bir ara yardımlaşma derneği gibi birşey kurmaya niyetlenmiştik bir arkadaşımla. Çok iyi para var onlarda. Kurban paralarını da götürmüşler. Neyse ben de artık bir daha ki bayrama "SEVGİ CÖRTLEMESİ YARDIMLAŞMA DERNEĞİ"ni kuruyorum.

- Koca sene depresyonla geçti anasını satayım.

- Bir yaş daha bitti bitecek. İnsanın hissettiği yaşta olması ne fena lan 24 biterken 80 bitiyormuş gibi hissetmek.

- Arnavut biberi denen biberden turşu kurma işini akıl eden insanı alnından öpüyorum. Allah ondan razı olsun.

- Bir tanıdığımın bebesi oldu bir kaç ay önce, bebe ana rahminden düşer düşmez fotosunu da feyzbuka koydular. Hatta doğalı hemen her gününü takip ettik feyzbuktan. Garip.

- Aslında garipsediğim birşey de babamın amcası. Feyzbukta arkadaşız kendisiyle, bakıyorum videolar falan paylaşıyor. Bir video bile paylaşmışlığım yok utanıyorum gençliğimden.


- Kedi dediğin yaratık insana sözlü ve patili olarak karşılık verir mi? Pıncır beni deli etti geçen hafta sonu ben ona bağırdım o bana. Hatta ben bağırıp onu azarladıkça tırmaladı beni. Resmen kavga etti benimle. Bu kedinin içine insan kaçmış çok eminim.

- Dürüm olsa da yesek! Taksim'e gidek acılı dürüm yiyek. Bira içek. Konuşak. Çenemiz düşsün. Düşmesin lazım olacak sonra çünkü şarkı söyleyeceğiz. "çok zor günler geçirdim vaktiyle" onu söyleyelim. "bir akşam çıkıp gelsen ölmezsin yar/ölümlerden ölüm beğen öleceğim yar"

- Zeki Müren'i kanlı canlı dinleyebilen insan var ya dünyanın en şanslı insanı benim gözümde.

- Yeter bu kadar şimdilik.

*Falan Filan Redd şarkısıdır. Dinlenesidir. Çok yaşa Redd. Seviyorum seni Redd. :)

23 Aralık 2009 Çarşamba

Kedi Hayvanıyla Yaşamanın Dayanılmaz Yanları


Simon Tofield sağolsun yaşadıklarımızı "eksiği var fazlası yok" denecek şekilde anlatıyor çizgileriyle.

Benim ızdırabımı dörtle çarpın. :)




21 Aralık 2009 Pazartesi

Yakınız ne kadar uzak olsak da




Dilime bir şarkı takılır... Takılı kalmış plak misali döner durur beynimde. Uyumaya çalışırken o şarkının müziği eşlik eder çitten atlayan koyunlara. Uyandığımda onu mırıldanmaya başlarım. Bütün gün dinlerim. Her seferinde ilk kez dinliyormuş gibi olurum.

Günlerin anlam ve önemine uygun oluşuna istinaden mi beynim bu şarkıya takıldı acaba?Bilmiyorum.

Bir de...

Ben var ya acayip şanslıyım.


17 Aralık 2009 Perşembe

11 Aralık 2009 Cuma

Kentler Kadından-Kadın Kent

Ressam: Modigliani


Murathan Mungan'ın Kadından Kentler kitabını okudum en son. Farklı kentlerdeki, farklı kadınların hikayelerinden bir parçayı alıp zihnimin bir köşesine koydum.

Kitabı okurken kitaptaki kadınların yanısıra uzun bir otobüs yolculuğu sırasında yanıma oturan kadınların hikayelerine ortak olmak, okumak değil de dinlemek enteresan bir tesadüf oldu benim için.

Suratımda anlat bana diyen bir ifadeyle mi dolaşıyorum bilmiyorum ama çok sık gelirdi başıma böyle şeyler. İnsanlar bana sürekli birşeyler anlatır. Uzun zamandır kulaklıklarımı takıp kafamı kitabıma gömdüğüm için kimseyle muhatap olmadan gidip geliyordum yolu. Kulaklıklarım bozulunca üç kadın tanıdım, biri 22 yaşında, ikisi 50'li yaşlarında.

22 yaşında olanın biri 5 diğeri 2 yaşında iki çocuğu var. Ama kendisi çocukluktan çıkamamış o kadar belli ki her halinden, tavrından, sesinin tonundan.

- Kaç yaşında evlendin sen?
- 15 yaşında evlendim.
- Acelen neydi be güzelim. İsteyerek mi evlendin ?
- ...

Sustu. Susar tabi sanki bilmiyorum küçücük kızlara "istiyor musun?" diye sorulmadan evlendirildiğini. Densizlikti biraz yaptığım. Ayrılıyormuş kocasından, işsiz güçsüz, evden çıkıp günlerce gelmeyen bir adammış. İki çocuğuyla ailesinin yanındaymış şimdi. Ben indim, O kaldı otobüste daha gidecek çok yolu vardı. O kadar çocuk, bir o kadar da kadındı. Garipti.

Sonra Gül ablayla tanıştım. Konu trafiğin sıkışıklığından, kocasının O'nu bir Rus kadınla aldatıp ayrılmalarına, evli olan kızıyla, askerdeki oğluna olan aşkına nasıl geldi anlamadım. Hem anne, hem baba olmuş Gül abla. Okullar bitirmiş bir kadın değil, temizlikçilik yaparak büyütmüş çocuklarını. Bir iş görüşmesine gitmek için otobüsteydi. Kocası diğer kadınla evlenince karşısındaki kadına hiç kızmamış. "Ben malımı biliyorum" dedi. Kadının çocuğu gelip kalırmış O'nda anne dermiş O'na. Oğlu da çok severmiş kardeşini. Çocukları babalar gününü de kutlarmış "sen hem anne hem baba oldun bize" diyerek.

Gül ablanın yüzünde yorgunluk vardı. Bir yandan tek başına iki evlat yetiştirmenin başarmışlığı. Anne olmak böyle bir şey herhalde dedirtti bana.

Bir de dün akşamki hanımefendi, bakın hanımefendi diyorum. Gerçekten çok kibar eski İstanbul kadınlarını andıran bir havası vardı. Açık mavi gözleri, kısa saçlarındaki saç bandı ve koyu renkli ruju ve sevimli içten gülüşü ile çok tatlıydı. Yol boyunca oğullarından, annesiyle babasının ayrı olduğundan ve O'nu babaannesinin büyüttüğünden bahsetti. Kocasının çok geçimsiz bir adam olduğundan yakındı. Elimdeki kitaba bakıp kocasının da kitaplara çok düşkün olduğu, bir oda dolusu kitabı olduğunu anlattı. Ve aldatılışından bahsetti. "İki ay evi terkettim, çok yalvardı dön diye. Ben de boşanmış ailenin çocuğu olduğum için çocuklarım aynı şeyi yaşamasın istedim. Döndüm." dedi.

Bir simit aldı otobüsün içine dalan seyyar satıcıdan. Benimle paylaştı. Hem simidini, hem geçmişini benimle paylaştı. Bense dinleyiciydim her zamanki gibi.

O köprü çıkışında otobüsten indikten sonra çok düşündüm, daha önce de oldu hiç tanımadığım kadınlar nasıl aldatıldıklarını, nasıl kötü muamele gördüklerini, nasıl aldattıklarını anlattılar bana. Bir daha hiç görmeyecekleri birine. Sonra anlatmak, içimi dökmek konusunda ne kadar başarısız olduğumu anımsadım. Bu başarısızlık için de bir tuğla koydum duvarıma.

Kadından Kentler bitti. Hikayelerdeki kadınlar birbirinden habersiz Esenler otogarında geçip gittiler birbirlerinin yanından. Diğer üç kadın gibi onlarda geçip gittiler hayatımdan.

Kitabı kapatırken kitabın arkasında ne zaman yazdığımı bir türlü hatırlamadığım birkaç satır gördüm.

"Ben içimi dökmeyi pek beceremem. Belki de o nedenledir, bugün boruları kurum dolmuş bir soba gibi tütüp duran soğukluğum."

Belki de dökülmüş içimin boşluğudur bu hal.

Bilemiyorum.

Bildiğim bu kentte, belki de diğer tüm kentlerde hemen her kadının hikayesinde tüm hayatına yayılan bir hüzün var. Modigliani tablosu gibi her kadın biraz.

Bu kent de kadın gibi biraz ve bu sabah İstanbul hanımefendi kendine en yakışan rengi giymişti. Gri ve yağmurlu. Çok seviyorum O'nu bu haldeyken...

9 Aralık 2009 Çarşamba

ayıp!

Google'ın Türkiye'ye büyük ayıbı!

Google'ın sözlük hizmeti sessiz sedasız hizmete girdi. Birçok dile bünyesinde yer veren Google Dictionary'de Türkçe dilinin olmaması ise büyük şaşkınlığa neden oldu.

Bende şaşkınlık yaratan ise; Türkiye'de okullarda Türkçe eğitim yerine İngilizce eğitim verilmesi. İstanbul'da Türkçe tabelaya rastlayamamak. Etrafta İngilizce-Türkçe karmaşık, anlamsız bir dille konuşan insanlar görmek. Boktan bir işe bile İngilizce bilmediği için alınmayan insanların var olması ve buna benzer bir sürü şey...

Türkiye'nin dili böyle giderse İngilizce olacağı için pek de ayıp etmiş olmasa gerek Google. Bence adamlar büyük ihtimalle şöyle düşündü; Türkçe dediğin nedir ki şurada bir kaç sene sonra yok olacak zaten.

Ayıpmış peh!!!


4 Aralık 2009 Cuma

Depresif de Olurum Kitap Kurdu da


Bay Pipo'yu okumayı bıraktım.Üzerine yarım bir K dergisi, iki adet karikatür dergisi okudum ve defalarca başlayıp bitiremediğim, okuyamadığım tek kitap olma özelliği taşıyan Murat Uyurkulak'ın Har romanını bu kez bir solukta okuyuverdim. Çok da sevdim. Aslında bitmesine az kaldı bitmiş gibi konuşmayalım kitabın arkasından. Ölmemiş insanın ardından ölmüş gibi konuşmak oldu bu. Niye okumamışım ben bu kitabı daha önce diye dertlendim. Yok aslında dertlenmedim bu konuya hiç takılmadım sadece saçmalıyorum.

İnternetten bir kaç kitap sipariş ettim. Biliyorum kitap kokusunu içine çeke çeke eski bir kitapçıdan almak varken internetten almak saçma. Ama bu sıra böyle...

Uzun zamandır bir Atilla Atalay kitabı okusam derdim kendi kendime fırsat olmadıydı ben de dedim fırsat bu fırsat yaratayım fırsatı. Üç vakte kadar kargo gelir inşallah ben de kitaplarıma kavuşurum. Pek sabırsızlıkla beklemekteyim kendilerini. Derken geldi kitaplarım.


"Yalnızlık herhalde, bir insanın saklamayı düşündüğü en son şey olmalıdır. Fakat yine de konuşulsun istemezsiniz. Size öyle öğretilmiştir, ayıptır çünkü yalnızlık. Yetken "deli" diyen de olur, "Bakma sen, bugünlerde en düzeyli ilişki, yalnızlık aslında" derken gözlerinize "Seni aklına çaktığımın manyağı seni, kimbilir ne arızan var ki, kimselerle geçinememişsin, ısırsa bana da bulaştırır mı acaba" gibisinden bakan da. Oysa sanıldığından çoktur yalnız nüfusu; kişi başına bir yalnız düşer."

Baktım öleceğim yok ben yine de gömüyorum kendimi, ama kitaplara. Hepsi ilk defa okuyacağım yazarların kitapları. Yedi adet kitap var beni bekleyen. Hoş dördünü ben bekliyorum hala.


Ve müzik... Redd'den dinliyoruz tekrar tekrar... Bu haftanın şarkısı olsun.
Dünya bir roman mı ki? Kahraman olmak lazım illa ki.


Hayatımdaki kahramanların, kötü adamı olarak size sakin bir hafta sonu ve ardından iyi bir hafta diliyorum. Kötü bir adamdan beklenmeyecek jestler yaparım ben arada böyle. Kötülük demişken o da o kadar lanet birşeydir ki yapıştımıydı gitmez adamın üzerinden.


3 Aralık 2009 Perşembe

Sen de beni benim kadar özledin mi?



Biz bu şarkıyı ilk Haluk Levent'ten dinledik. Çok sevmiştik. Sonra F.D. 'den dinledik hayran olduk.

"aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek ne kadar acı, ne kadar komik" ve bana ait şu sıralar.

O değil de bir Haluk Levent vardı ne oldu?

Bize ne oldu?

Bana ne oldu?

?

Sabah Sabah



Tv'deki hoca: Cehennemm şöyledir. Böyledir... Ateş.. Höytt...


Sabah haberleri izleyip evden sinir olmuş şekilde çıkmayı seven insan: Anne haberleri açsana yaaaa...


Namazında abdestinde dindar anne: Dinle dinle ne diyor adam. Öğren cehennemi..


- Ama anneeaaa ben süprüzü kaçsın istemiyorummm. :)


- Babası kılıklı münafık. :)
*karikatür; tabi ki Yiğit Özgür.

1 Aralık 2009 Salı

Ağaçlardaki Düş Sevdalarım*



Tek katlı evin hali hazırda bulunan tek katının camındayım. Hemen her Allah'ın günü sigaramı yakıp dört mevsime bu camdan bakıyorum.


Cam ise çoğunlukla hali harap olan bir bahçeye bakmakta. Camın tam karşısında bir elma ağacı var. Bir gözü mavi, bir gözü kahverengi, beyaz sakallı bir adam dikti onu oraya. Nedenini bilmiyorum ama adamın kafamda kalan en net görüntüsü o ağacı dikerkenki hali. Küreği tutuşu, fidanı özenle dikişi, can suyunu verişi...


Ne büyümeyi becerebildi bu ağaç, ne de yitip gitmeyi. Ne meyvesinden hayır vardı, ne de gölgesinden.


Ama gel gör ki ağacı kesmeye kimsenin eline gitmedi. Bir gözü mavi, bir gözü kahverengi adamın hatırası vardı ağacın dallarında. Sanki ağaç adamın mirasıydı. İçten içe onu kemiren kurtlara aldırmadan her bahar çiçek açtı. Tam kesmeye karar verdiler, yeni dallar uzattı. Kıymayın bana der gibi... Kıymadılar ona.


İçini kemiren kurtlarıyla tam karşımda duruyor hala.


Bir ayna gibi.


* Ağaçlardaki Düş Sevdalarım, Düş Sokağı Sakinleri şarkısıdır.

30 Kasım 2009 Pazartesi

Sansür


Baykuşum şu tipe bir bak. :)

iki film iki ben

Temizlik yapmanın benim için bir nevi meditasyon olduğunu farkettim. Lekeler, tozlar ve dağınıklığa odaklanınca herşeyi unutuyorum. Annem "yeter artık" diyipte çamaşır suyunu elimden alıncaya kadar devam ediyorum. Yorgunluktan kıpırdayamayaca hale gelinceye kadar.


Arife günü de aynı şeyi yaptım. Akşam saatleri işim bitince bilgisayarın başına geçtim ve tekrar (sanırım yüzüncü kez) "Fight Club" filmini izledim.

"İyi birşeyleri yok etmek istedim. Elime bir silah alıp, kendi türünün devamı için çiftleşmeyen pandaları vurmak istedim. Hiç görmeyeceğim Fransız sahillerini petrole bulamak istedim."

Bu filmi seviyorum. Tyler Durden ve Tim Burton'un çizgifilmlerinden fırlamış gibi gözüken Marla'yı seviyorum. İçimdeki kötü filmin sonunda Tyler'ın ölüşüne her seferinde biraz daha üzülüyor.


"Ben Jack'ın mahvedilmiş hayatıyım."



***


Bayramın 2. günü neden seçtiğimi bilmediğim bir filmi izledim. Filmi açıncaya kadar bilgisayar yüzünden ufak çapta bir sinir krizi geçirdim. Bilgisayarın kasasına ve masaya attığım yumruk neticesinde bugün bile bileğim ağrısa da film bitince uzun zamandır ilk defa içimde güzel hislerin kıpırdadığını hissettim.

Julie & Julia...İki gerçek hikayeye dayanan bir film. Zaman ve mekan farklı olduğu halde hayatları iç içe geçen iki kadının hikayesini anlatıyor.


Meryl Streep'e bayıldım bu filmde. Çok tatlıydı. O'nu izlerken gerçekten gülümsedim. Amy Adams ise çok sevimliydi. Yemek ve blog temalı ve benim çok beğendiğim bir film.

Genelde yapmadığım birşeydir ama izlemenizi öneririm. Bir kaç saatliğine de olsa benim bile içimi ısıtmayı başardı.

Bon Appétit.

29 Kasım 2009 Pazar







ppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppp


ppppppppppppppppppppppppppppp0frrrrrrrrrrrrrrrrrröööb




bu yaramaz işte kendini böyle anlatıyor




Küçük bey hakıında birşeyler yazmaya çalışırken geldi klavyenin üzerinden geçti ve kucağıma tünedi.


Hakkında daha fazla yazmak isterdim ama kolumun üzerinde uyuyor şu anda.


Küçücük kalbinin pıt pıt edişlerini hissedebiliyorum.




25 Kasım 2009 Çarşamba

Gaybana Geceler*

ressam;otto dix

Cumartesiye geçiş yapalı baya oldu. Saatin tam olarak kaç olduğundan emin değilim. Aslında tam kafamın üzerinde tik-tak sesileriyle bu derin sessizlikte beni deli eden eski bir duvar saati var. Ama ona bakmayı hiç istemiyorum...

Yazma alışkanlığımın başladığı yerdeyim şu anda. Babaannemin evi. Bu ev eskiden tütmüş soba, yanmış yemek, yaşlı babaanne kokardı. Kötüydü...

Şimdi ise lavantalı oda parfümü ve temiz çamaşır kokuyor. Fıstık yeşili duvarlarına temizlik hastası, tombik yengemin neşesiyle karışık hüznü sinmiş. Güzel denemez ama eskisinden iyidir.

Eskiden rutubet gibi kasvet akardı bu evin duvarlarından ve ben adım gibi eminim içimdeki kasveti burada kaptığımdan...

Odadan banyoya gidene kadar her adımda eski döşemeler acı çekermişcesine sesler çıkarıyor hala. Eskiden koyu renk olan kapılar bugün beyaz renkteler ama aynı gıcırtı sesi sabit menteşelerinde...

Bu gece yine 15 yaşındaymış gibi hissediyorum. Olmadıklarından emin olduğum ama yine de duyup çok korktuğum sesler var etrafımda. Çok korkuyorum.Kalbimin ağzımdan fırlamasına ramak kaldı. Dedem öldükten sonra, senelerce peşimde 5-6 sokak kedisiyle ayaklarımı sürüyerek geldiğim bu evden hep nefret ettim. Her gece korku içinde uyudum. Gecenin bir vakti garip sesler duyarak uyandım. Hele ki bir gece cesaretimi toplayıp dışarıya bakmasam orada birilerinin olduğuna yemin edebilirdim.

Korkak olduğum kadar cesurdum. Öyle olmaya mecburdum.

Babaanneme benziyorum gittikçe derdim. Uyuz atın yanında duran ya huyundan ya suyundan bir şey kaparmış ya... Erkek kardeşi gibi O da şizofren miydi acaba?

Uzun zamandır böyle korktuğumu hatırlamıyorum. 25 yaşındayım ve 15 yaşımdaki kadar çok korkuyorum. Bu evden nefret ediyorum. Ne zaman kapısına gelsem, dedemi göremeden geri dönüşlerim geliyor aklıma. Ne zaman o odaya girsem dedemin hasta hali geliyor gözümün önüne...

Eskiden bir lağım faresi çıkardı ben yattıktan sonra. Kapının arkasında dolanır dururdu. Girişteki kapıları kemirirdi. Eski defterime "Burada bir fare var, henüz kendisiyle tanışmadık ama ben ona Lütfü diyorum. Geçinip gidiyoruz." yazmışım.

En iyi becerdiğim iştir gülüp geçmek. Dalga geçmek halimle... Üzülmemiş, korkmamış gibi yapmak.

Bugün korkumu unutmak için değil korktuğumu yazıyorum. 10 sene sonra yine aynı odada... Aslında çocukken daha kolay anlatmaz mı insan korkularını? Büyüdükçe kendine yediremez kaçar hani anlatmaktan....

Gözlerim acıyor. Cam kırıkları var sanki göz kapaklarımın içinde. Biraz uyusam iyi olacak ama önce camın altında garip sesler çıkaranları kovalamam gerek.


*Gaybana Geceler'i Onur Akın söyler bende yıllardır severek dinlerim.

Akşam Vakti İnce Sazda*

resim;toygun orbay

Ayın kaçı olduğu konusunda hiç bir fikrim yok. Ama bugün günlerden Cuma. İş yerinden bir saat geç çıktım. İşim olduğundan değil. Oturdum ağladım biraz. Biraz hiç düşünmeden oturdum. Bir kaç sigara içtim. Aslında eve gitmeyi, İstanbul'un kalabalığının arasına karışmayı erteledim bir saat.

Her neyse... Şu an Cuma akşam trafiğinin ve okuduğum 225 sayfasından tek bir kelimeyi bile anlamadığım, aklımda tutamadığım kitabın orta yerindeyim. Ama yolu henüz yarılamadı bile otobüs. Daha çok uzun bir yol var önümde ve geçtiğim her semtin kendine özgü bir trafik sıkışıklığı. Bu trafik sıkışıklığı bende kalp sıkışmasına, ruhsal bir daralmaya sebep oluyor.

Kitaptan hiç birşey anlamamam konusuna gelince, onu tamamen yazarın kötülüğüne veriyorum. Zaten karma karışık olan ülkenin yakın tarihini 50'li ve 80'li yıllar arasında Heidi misali oradan oraya zıplayarak anlatıyor. Yok, hiç olmamış. Ben bu kitaptan birşey anlamıyorsam bu tamamen yazarın suçu.

Yazmaya başlamadan evvel annem aradı. "Bu gece yengenle kalacaksın. Amcan yok korkuyormuş yalnız kalmaya." dedi.

Bende telefonu kapatıp işte hayatımın cümlelerinden birisi dedim.

Babaannenle kalacaksın! Kardeşine bakacaksın! Geleceksin diyorsam geleceksin! Gideceksin ben istediğimde! İyi bir arkadaş-dost olacaksın! Halanın çocuklarına bakacaksın! Çalışacaksın eve bakacaksın! Gülümseyeceksin! Her zaman mutlu olacaksın! Sigortan varsa dünyayı götüne takmayacaksın! :)

Abla özel bu ne bakıyorsun yazdıklarıma yahu!!!

Neyse abla defterimin içine düşmeden kitabıma ve hiç birşey anlamamaya döneyim ben.... Bu arada böyle trafik sıkıştığı anlarda oturduğum yerde bir sigara yakmak geliyor içimden. On senedir sigara içmeme rağmen şu anki kadar sigara istememişti canım.


*Akşam vakti ince sazda, Ezgi'nin Günlüğü söyler. Dinlenesidir.

24 Kasım 2009 Salı

Aklım Nerede Benim?

Şimdi bir silah verseler elime hiç düşünmez yapardım resimdekinin aynısını. Yalnız benim kafadan kelebek değil beynimi kemiren kurtlar dökülürdü herhalde.

Fight Club filmini izleyenler bilir. Filmin son dakikalarında kahramanımız, hayali kötü dostu Tyler Durden'i öldürmek için kendi kafasına sıkar. Ben de içimdeki gerzek ölsün diye her an aynı şeyi yapabilirim. Sonuçta O'nda işe yaramıştı.

Aşağıdaki videoda bahsettiğim sahne mevcut. Hem de "Where is my mind?" eşliğinde...




Bu arada film en sevdiğim ve milyonlarca kez izleyip yine de bıkmadığım tek filmdir.

23 Kasım 2009 Pazartesi

klik

Eskisi gibi fotoğraf makinasını elime almıyorum. Ama geçen gün annemle Pıncır'ı bahçede bu halde görünce dayanamadım. İki aşığı suçüstü yakaladım. :)

Soru:


Bu gençlik niye "picama"yla dolaşıyor sokakta?

22 Kasım 2009 Pazar

^


Güzeldi... Lauren Graham hatırına...

Çok sevdim...

Şu an hala uyuyor kitapların üzerinde kıyamadım uyandırmaya.

Ortalık dağınık. Kafam gibi... O'nunsa umrunda değil.

Gel de kıskanma...

birpazardaböylecebiter

20 Kasım 2009 Cuma

Oynayacağım ama yerim dar


Ya da tilkinin kürkçü dükkanı hikayesi mi cuk otururdu buraya.

Aslında söyleyecek pek sözüm yok. Tek bir cümleyle açıklayabilirim halimi;

Kaybediyorum şu sıralar sürekli.


Mesela köpeğimi kaybettim. Şeker'den sonra Acıbademli de gitti.
bir sabah yumdu gözlerini açmadı bir daha




13 Kasım 2009 Cuma

Fotoğrafını gönderdim, bir kaç gün sonra Şeker Hanım takvime kabul edildi diye geri döndüler.
Diğer kedilerimin fotoğraflarını da yollayacaktım ama Şeker'in hastalığı falan derken kaldı öyle.

27 Ekim'de bize veda eden güzel kızım Giller takvimlerinde 2010 27 Ocak'ta.

Ofisteki diğer masada ise takvim 2009 Eylül ayında kalmış. Şeker kızım oradan da bana bakıyor ürkek gözleriyle.

Tescilli güzeldi benim kızım.


ikinoktaüstüsteparantez


Terbiyesiz, üstüne alkolik horoz.
Ben çok gülüyorum bir kaç gündür buna. Erdil Yaşaroğlu sen çok yaşa emi :)

12 Kasım 2009 Perşembe

aynen


Ne garip bir kelime "aynen" ard arda birkaç kez söyleyince hepten acayipleşiyor.

- Çok canım sıkkın çok bunaldım, daraldım offf!!
- aynen...
- Acayip derecede içip sarhoş olasım var.
- aynen...
- Deli gibi gülmek istiyorum. Sonra ağlamak içim boşalana kadar..
- aynen...
- Sonra dans etmek istiyorum bayılana kadar.
- aynen yaa ...
- Bir akşam bizde toplanıp içelim.
- aynen...
- Senin kendi düşüncen yok mu her dediğime aynen aynen !!!!!
- offf ne bilem düşünmüyorum ki ben artık.
- Düşünmüyor musun?
- O halde yokum.
- Ne????
- Bi sigara versene.
- Acayipleştin iyice.
- Aynen...


Post(er)

1 MAYTunchan KalkanTurkey

BACKPACKMartha Angélica Rojas PérezMexico

GUNMarcin Dubiniec & Maksym MatuszewskiPoland

Çok alakasız bir şey için internet aleminde dolanırken bu güzel posterlere rast geldim.Sitede aids, savaş, küresel ısınma gibi konularda yapılmış çok güzel, çok yaratıcı işler var. Anladığım kadarıyla her yıl bir yarışma düzenleniyor. (Kıt ingilizcemle o kadar anladım ne var? Akşam kardeşime çeviri yaptırtıp fazlasını da anlayacağım. Gelmeyin üstüme ya. :))

İnsanların benim gibi boş işlerle uğraşmayıp böyle yaratıcı işler yaptığını görmek içimi açıyor.

Bir göz atın, olmadı parmak atın. Beğendim ben şahsen bizzat kendim.

2007 Galeri


2008 Galeri

11 Kasım 2009 Çarşamba

tekrar tekrar ve tekrar

ofiste kimse yok aynı şarkı bilmem kaçıncı kez hemde baya yüksek sesle çalıyor biliyor musun bu şarkıyı ilk duyduğumda vurulmuştum bu grubu bu şarkıyla keşfetmiştim şarkı sen tanrının hatalarından birisisin diye başlıyor yani daha ilk saniyede çekiyor tetiği dağıtıyor adamın beynini üç gündür sigara içmiyorum çünkü bakkala gitmeye üşeniyorum akşam çıkarken önünden geçiyorum içeri girip bana bir winston light verir misin demeye üşeniyorum aslında şarkının bilmem kaçıncı kez çalmasının nedeni değiştirmeye üşenmem acayip bir boşvermişlik var üzerimde korkutuyor bu halim bazen beni sonra ona da boşveriyorum boşvermişim boşvermişim boşvermişim dünyaya ağlamak istemiyorsan sende boşver dünyaya sanki bu şarkının bir anısı var ama hatırlamaya da üşeniyorum şimdi birini arayıp başsağlığı dilemem lazım birini arayıp geçmiş olsun demem lazım birine geçmiş olsun ziyaretine gitmem lazım kedilere mama almam lazım herşeye herkese yetişmem lazım herkesi memnun etmem lazım çok çalışmam lazım

bu bir veda şarkısı its a song to say goodbye





9 Kasım 2009 Pazartesi

!



Canım ciğerim Baykuş'um beni mimler de cevapsız bırakır mıyım? Bırakmam elbette. :)

Düşündüm taşındım, "hayatımda iz bırakan kokular" denilince şunlar geldi aklıma;

Benim parfüm, deodorant ve benzeri şeylerle pek aram yoktur. Bir kere kullandığım parfümü ikinci kez kullanamam çünkü midem bulanır. Hatta genelde şişenin yarısında mutlaka evden uzaklaştırırım. Ama sevdiğim insanlarla özdeşleşen parfümlere sözüm yoktur. Mesela az önce yanıma uğrayan AstalavistA'nın parfümünün hastasıyım. :)

Hacı yağı kokusu; aslında ne kadar da kötü kokar değil mi? Ama dedemde öyle kokmuyordu. Bembeyaz sakallarının arasına gömdüğümde yüzümü, o kokuyu içime çekince, dünyanın en güvenli yerinde hissederdim kendimi. Bana sevildiğimi hissettiren insandı. Hala gözlerim dolar ne zaman o kokuyu duysam.

Babamın kokusu; Aklıma her zaman Emel'in babasını kaybettikten sonra "sen gelince eve dolan mazot kokusunu özlüyorum" diye yazdığı geliyor. Babanın kokusu herşeyden başka oluyor. O'nu da çok kırdım ben bu sene...

Dost kokusu; Uzak olan koku. Özlenen...

Hanımeli ve akasya kokusu; çok ayrıdır, çok farklıdır beni gülümseten, mutlu edendir.

Pıncır'ın kokusu; kedi kokusu demiyorum. Fındık ya da Şeker de demiyorum dikkatinizi çekerim. Pıncır hakikaten çok güzel kokuyor. Kardeşimde benimle aynı fikirde üstelik yani bana öyle gelmiyor. Köpek, kedi, tavuk, karga bir sürü hayvan besledik ama Pıncır başka. Çok özel.

Browni kokusu; tatlıyla, püskütle, abur cuburla falan pek arası olmayan bir insanım. Ama Eti Browni Allah'ım ne büyük nimettir o. Tutkudur benim için. Aşktır. :) Çevremdeki hemen herkes bilir bu aşkımı. Ve benim duymaktan en çok mutlu olduğum söz "Senin için browni aldım." sözüdür. :))

Plastik kokusu; bana daha önce çalıştığım iş yerimi hatırlatır. Tüylerim diken diken olur. Nefret ediyorum hala oradan.

Balık kokusu; Sevmiyorum. Nefret etmiyorum ama sevmiyorum da.

Eski kitapların kokusu; koklamaktan okuyamadığım kitaplar olmuştur. :) Çok severim kitap kokusunu ama eskidikçe daha da güzel kokar kitaplar farkettiniz mi hiç?

Samsun216 + tütün kolanyası kokusu; Annemin babasının evi her daim bu ikisinin karışımı kokar. Nefesimi tutardım hep orada. Pek yakın olamadık hiç bir zaman O'nunla. Evinin kokusu gibi huyları da kötüdür kendisinin.

Çamaşır suyu kokusu; seviyorum yalan yok. Anneme göre bir gün ölümüm çamaşır suyundan olacak. Ama o çamaşır suyunun hijyen kokusu var ya hiç bir şeye değişmem. :)

Abimin kokusu; kadın parfümleriyle aram pek yok ama erkek parfümlerini severim. Özellikle abimin seçtikleri her zaman güzeldir. Ve benim abim tanıdığım her daim güzel ve temiz kokan nadir adamlardandır.

İncir ağacının kokusu; Dedemin bahçesinde kocaman bir incir ağacı vardı. Tepesine kadar tırmanır hayallere dalardım. Cumartesi akşamı uzun zamandan sonra ilk kez bakabildim eskiden bahçenin olduğu yere. Kesildi incir ağacı yıkıldı benim hayal bahçem.

Tavan arasının gizemli kokusu; gündüzleri bile karanlık olan, küçücük camından içeri sızan ışıkta toz zerreciklerinin dans ettiği, kaderine terkedilmiş bir sürü eşyanın bilinmez sonunu beklediği tavan arası. Korkarak çıkardım ama oraya adımımı her attığımda dünyanın geri kalanını unuttuğum yerdi. Toz, örümcek ağı, eski kitap, dergi, babaannemin eskiden çorap ördüğü ipler, eski video, televizyon, eski kıyafet aslında özetle geçmiş kokardı tatlı tatlı.

Sobanın üzerine konan portakal kabuklarının kokusu, kızarmış ekmek kokusu, ağaç kokusu, sadece yağmurdan sonra değil her daim toprak kokusu, çimenlerin kokusu, ahşap ev kokusu, acı biber turşusunun kokusu, yeşil biber kokusu, dalından koparılan domates kokusu, tarhana kokusu, yazın evlerin mutfaklarından gelen kızartma kokuları, aktarların kokuları, marketlerin temizlik reyonu kokuları, çok sevdiğim kokulardır... Dereotunun kokusundan nefret ederim. Bir de şu tuvaletlere asılan "ernet" kokuları. Ne iğrençtir yahu. Sidik koksa daha iyi tuvaletler. :))

Bu kadar aklıma gelenler. Yazarken içimin çok acımasından ve kokuların çoğunun O'nu hatırlatmasından dedemi çok özlediğimi farkettim. Geçen bayram mezarına gidip "Niye bu kadar erken gittin?" diye O'nu bile azarladığımı hatırladım. Ama yalan değil kızgınım işte O'na da.

Ben de pasımı öncelikle arkadaşım "AstalavitA"ya atıyorum. Patronundan ve sevgilisinden fırsat bulursa yazar umarım. :) Sonra "Creep" kırmazsın sen beni. (Bu "kırmazsın sen beni" sözü de zorlamanın kibarcası sanki :)) En son olarak da "delivedolu" diyorum.

Kırmazsınız herhalde beni :)


Aslında öğlen tam 12:00 de buluşacaktık ama ben geç kaldım yine. Ben geç kalacağım için O da başka bir yere uğrayınca bir saat gecikmeyle buluştuk.

Evden de öyle bir çıkışım vardı ki. Ayakkabılarımı bulamadım. Akbilimi bulamadım. Fotoğraf makinamı unuttum. Bana daha önce gönderdiği cdleri unuttum. Sürekli her yere geç kaldığım ve azar işittiğim için acayip telaş yaptım.

Neyse ki geç kalmadım. Kadıköy'de denize nazır bir banka oturdum, çingenelerin kavgalarını, gülüşmelerini izledim, ağıza alınmayacak küfürlerini dinledim beklerken. Çok güldüm bir tanesine. Hoş bir yandan da "güldüğümü görse kesin beni döver" korkusu da iliklerime işledi. En favori sözleri "kocan ölsün senin emi" :)

O vapurdan indikten sonra benim olduğum yere geldi. Nasıl tanırım endişesi var tabi. Ama tanıyor insan. Baktım geliyor karşıdan takım elbisesi, gözünde güneş gözlükleri falan gayet hoş. Sonra dedim benim için bu kadar şık olmana gerek yoktu. Zaten senin için değil akşama bir yemeğe davetliyim diyince bir kötü oldum sormayın. :))

İçelim mi dedik ama sonra benim midem allak bullak olduğu için içmeye yanaşmadım. Kadıköy'ün meşhur balonunun altında oturduk. (İki adet meyveli sodanın ard arda içilmesini önermiyorum. İşin kötüsü tuvaleti de bulamadım orada. Erkekler tuvaletini buldum ama o da pek hoş gözükmüyordu. :)) Sonra sağolsun güzel bir yemek ısmarladı bana. Çok mu beleşçiyim neyim. :)

Düşündüğümden çok daha uzunmuş. Ben evden çıkarken düz ayakkabılarımı bulamayınca topuklu ayakkabılarımı giydim, sonra çıkardım kısa kalmasın yanımda diye. Niye böyle bir kanıya kapıldım bilmiyorum ama feci yanıldım. :)) Hayır uzun boylu biri de değilim ki. :)

Çok güldüm. En sıkıldığım anlarda bile güldürüyor beni sağolsun.

Dedikodu yaptık biraz. Biraz ama biraz. :)

(Ayhh az önce içeri bir kız girdi broşür bırakmak için Allah'ım o ne güzellikti. Höööh. Dibim düştü resmen.)

Ne diyordum. :)))

Ben çok güzel vakit geçirdim. O'nu bilemem. Bu arada O, Creep.

Teşekkür ederim herşey için.



eee bir de şunu söylemek istiyorum.

AYÇA SEN BİZİM HERŞEYİMİZSİN. :)))

4 Kasım 2009 Çarşamba

Bakış Aşısı


"Domuz gribinden nasıl korunmak lazım? Aşı olmalı mıyız? Olmasak mı lan yoksa? Kesin bir şey vardır bunun içinde. Dış mihrakların işi hep bunlar. Biraz bekleyelim yaptırmadan önce ölen olmazsa biz de yaptırırız. Ben hocaya gittim muska yazdı önlemimi aldım. Zaten cenabet insanlar ölür domuz gribinden bize birşey olmaz. Dün doktorun biri Seda Sayan'a çıktı aşı yaptırmayın dedi. Sağlık bakanı yaptırın diyor. Emre Altuğ'la Çağla Şikel'in oğlu olmuş. Başbakan ben yaptırmam lan hööyyt dedi."

Başka ülkelerde de yaşanıyor mu acaba? Ya da biz miyiz sadece bu kadar telaşlı olan?

Sabahları dinlediğim radyo programcısı bu sabahı "Aşılansak mı? Aşılanmasak mı?" konusuna ayırdı. Enfeksiyon ve mikrobiyoloji uzmanı, kulak burun boğaz doktorları aradı. Toplamda dört doktor konuştu. İkisi risk grubundaysanız aşı olun derken diğer ikisi olmayın dedi.

Az evvel gazete okurken, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın aşı olurken objektiflere sırıtan fotoğrafını gördüm.

Aklıma Çernobil faciasından sonra çaylarda radyasyon yok diyerek kameralar karşısında çay içen ve daha sonra kanserden ölen adını şu an hatırlayamadığım bakan geldi..

Bir kaç gündür otobüslerde maskeli, eldivenli insanlar görmeye başladım.

Geçenlerde iki teyze hapşırdım diye bana yol boyu cüzzamlı gibi baktı. Otobüsten atacaklar zannettim.

Dün akşam haberlerde ard arda dört ya da beş haber domuz gribi ile ilgiliydi.

Her kafadan farklı bir ses çıkıyor. Galiba durum biraz elimize yüzümüze bulaştı.

Domuz gribi aşısından evvel doğru düzgün bir bakış aşısına ihtiyacımız var. Olmadı Başbakan çıkıp iğneleyici birşeyler söylesin.


Bu arada karikatür Yiğit Özgür'e ait.




3 Kasım 2009 Salı

his!

.
.
.
bir şemsiye gibi hissediyorum kendimi
ben üzerine yağan her yağmurda kurtarıcın oluyorum sen ise yağmur bitiminde beni bir köşede unutuyorsun
.
.
.
beni yağmur değil de
kimsesizlik
ıslatıyor
.
.
.
tabi ki sen bunu görmüyorsun

2 Kasım 2009 Pazartesi



illa ki iki arada bir derede yaşanacaksa,
kışın soğukluğuyla, kedilerin sıcaklığında
yaşayayım ben.

30 Ekim 2009 Cuma

Bu Havada Gidilmez.


Bir yanım kalk gidelim diyor. Diğer yanım bok yeme otur oturduğun yerde gerizekalı diyor. (Ne kadar terbiyesiz bu diğer yanım. )

İşin kötüsü Nazan abla da diğer yanımdan taraf olmuş "bu havada gidilmez" diyor.

Ama hakikaten bu havada gidilmez. Yağmur bir yandan, soğuk bir yandan. Arabalar da su sıçratır. Yalnız da gidilmez üstelik.

Yalnız yolculukları hiç sevmem ben.

Özellikle vapura yalnız binmekten hiç hoşlanmam. Hani batarsa falan yanımda yüzme bilen birisi olsun isterim. Yok len şaka ondan değil.

İstanbul'a bir vapurda aşık olmuştum ben. Küçücüktüm. Beynim cücük kadardı. Her neyse küsüz şimdilerde...

Eski sevgiliyle başbaşa kalmak istemezsin ya. O'nunla karşılaşacaksan yanında birisi olsun istersin ki iki kelam edilsin ortamda. Gözlerine bakamazsın hani...

Öyle birşey benimkisi. Oyalanacak birisi olsun yanımda isterim. Başbaşa kalmayalım. Ama çoğunlukla yalnızım artık. Kaçamıyorum O'ndan.

Arada bir, o da eski ateşli günlerin hatırına, soğuk sevişmeler yaşıyoruz.

Bazen sevişme sonrası sigaramızı içerken, çıplaklıktan istifade kafamdakileri sorayım diyorum. Vazgeçiyorum. O ki; Haydarpaşa'nın merdivenlerinden kendisine "yeneceğim seni İstanbul!! A.... koyacağım senin!!" diyenlere bile bir kere olsun "yaaa bi sittir git" dememiştir. Ben sorsam ne cevap verecek?

Ayrıca bu şehri bu kadar kişiselleştirmek de saçma. Zavallı İstanbul her gün kaç milyon insanla uğraşıyor zaten.

Mesela, geçen Pazar günü bindiğim vapurda, helva satan adamın; "helvabilira, helvabilira, tazegeldi, çıtırtır, helvabilira, AHHH İSTANBUL!!!, helvabilira, helvabilira, SEN ADAMIN ANASINI AĞLATIRSIN İSTANBUL!!!, helvabilira, günlükçıtırçıtr" diye serzenişte bulunduğunu duydum.

O ana kadar kulaklarımdaki müziğe, çatlamış dudaklarımdaki acıya, burnumdaki sızıya odaklanmış ve gözlerimi bir noktaya sabitlemiş, düşünmüyordum. Ne güzel şeydir düşünmemek bilir misiniz?

Ama helva satan adam her şeyi mahvetti. Kafamı çevirip camdan dışarı O'na baktım. Başladım O'nu düşünmeye. İçinde yitirdiklerimi düşündüm. İçimde yitirdiklerimi... Helvacının neler yitirmiş olabileceğini düşündüm. Beynim patlayacak zannettim. Kaçar adım attım kendimi Üsküdar'ın kalabalığının arasına.

Otobüse biner binmez kapattım gözlerimi, uyumaya çalıştım. "Yok" dedim. "Bir daha olmaz, başbaşa kalmayalım."

Ne zaman böyle olsa, biraz daha derinleşiyor benim yalnızlığım.

Kalabalığında değil, yalnızlığımda boğuluyorum.

Nereye gideceğini bilmediği halde durmadan "kalk gidelim" diyen yanıma kanmaya başlıyorum.

İşin kötüsü bu olup bitenin, bu yalnızlığın, bu halin seninle alakası olmadığını da biliyorum.

Bok yeme otur diyen yanımla Kız Kulesi'nin karşına oturup çekirdek çitliyorum.

Çok fena küfürler saydırıyorum dilimde.

Sadece kendime...

Şişşt İstanbul!! Bakma sen bana. Şöyle manzaralı bir yerde demli bir çay içelim mi?