28 Haziran 2011 Salı

Eniviçivakke



Stepan Hauser ve Luka Sulic diye iki adam tutmuşlar 2Cellos diye bir grup kurmuşlar. Çok da güzel olmuş vallahi. Ben kendilerini çellosever kuzenim sayesinde keşfettim. 


Youtube 'da hızla ünlenmekteler belki de çoktan ünlendiler bile şu aşağıdaki video Youtube'da 614,978 kere izlenmiş. O nedenle bir an önce dinleyip,  "bak len iki adam iki çello ile süper müzik yapıyorlar bak bak izle izle" diyenlere "ayyy sen onları daha yeni mi gördün ben ne zamandır biliyorum hıh" demek için son zamanlar. Elimizi çabuk tutmalıyız. 




27 Haziran 2011 Pazartesi

Bir Şarkı

"Bugün bile o iki İtalyan kadının ne söylediğine dair en ufak bi fikrim yok. Gerçeği söylemek gerekirse, bilmek de istemiyorum. Bazı şeylerin bilinmemesi daha iyi. Şarkının kelimelerle anlatılamayacak kadar güzel bir şeylerle ilgili olduğunu düşünmek istiyorum; kalbinizi derinden etkileyen bir şeylerle. Diyeceğim şu ki; o sesler  en umutsuzca yaşayan birinin hayal bile edemeyeceği kadar uzağa ve yükseğe uzandılar. Sanki güzel bir kuş kanatlarını çırparak bizim tekdüze, minik kafesimize girip duvarlarımızı yok etti ve kısacık bir anlığına da olsa Shawshank'teki herkes kendini bir anlığına da olsa özgür hissetti."

marriage of figaro


Andy, dayak yemek ve hücre cezası almak uğruna o plağı tüm hapishaneye dinletmişti ya hani, en sevdiğim o sahnedir işte. Andy'nin yüzündeki ifade, Red'in hissettikleri.

24 Haziran 2011 Cuma

Usulca

Biz Sibel'le kuaförde tanışmıştık. Bakma aslında yıllardır aynı mahalle de yaşamışız, birbirimizin yanından yürüyüp gitmişiz onca yıl. Aynı insanları tanımışız da o güne kadar birbirimizi tanımak nasip olmamış. -Bülent Ortaçgil'in Eylül Akşamı şarkısı gibi oldu. O Bülent Ortaçgil sever miydi acaba?- 

Kuaförde işimiz bittikten sonra bile saatlerce oturur sohbet ederdik Bir akşam geç vakte kadar oturup birbirimize kahve falı bakmıştık. Çok eğlenmiştik. Kocaman yanaklı, güler yüzlü hani hoş sohbet derler ya öyleydi. Arada otobüste karşılaşır ininceye kadar sohbet ederdik ya da beraber Tülay'a yani kuaföre gider muhabbete orada devam ederdik.

Sabah ofise doğru yürürken Tülay arayıp, Sibel'in vefat ettiğini söyledi.

O daha gencecik bir öğretmendi. Öğrencilerinden bahsederken gözleri ışıldardı. 'Her ölüm erken ölümdür' demiş kim demişse artık doğru da demiş.

Şimdi ben daha ne diyeyim.




Cansu'm bana facebook üzerinden göndermiş bu şarkıyı, sabahtan beri dinliyorum. Diyor ya "gün yine acıya çaldı bir yerde/ ve zaman akışta"

Öyle.

23 Haziran 2011 Perşembe

Kayıtsız Başlık



Sesim kısılana, ciğerlerim patlayana kadar çığlık atarsam, belki o zaman içimdeki sıkıntıyı dışarı atabileceğim.

"Konuşmak" yetisi herkese verilmiş de bunu nasıl kullanacağı konusunda kullanım kılavuzu ellerine ulaşmamış.  -ki biz milletçe kullanım kılavuzu olsa da okumayız.- Bu sebepten ötürü bir çok insanın ağzının orta yerine okkalı bir yumruk atmak istiyorum. Ama yapamıyorum, olan tırnaklarımın battığı avuç içlerine oluyor.

Ya da ben abartıyorum. Hali hazırda bozuk olan asabım kendisine cinnet için sebep arıyor. Buluyor da hınzır...
"Sorun sende değil bende" klişesinin yaşayan tek örneğiyim sanırım.



keşke.


17 Haziran 2011 Cuma

Özür Dilerim

Ben ki bu güne kadar "kahve içmeden ayılamam ben ayol" diyen herkesle dalga geçtim. Şimdi pişmanım. Özür dilerim.

Ey kahve içmeden ayılamayanlar; sizin için neskayfe üçü bir arada  neyse -ben nefret ederim kendisinden-  benim için de çay öyle bir şeymiş anladım.  Bu saate kadar süründüm resmen. "Ne oluyor lan bana?" dedim. "Ölcem mi naapcam?" dedim. Hayatımdan endişe ettim lan resmen. Anlamadım tabi bünyenin çay almayınca böyle olduğunu. Sonuçta öyle cool bi insan değilim ki garip garip alışkanlıklarım, bağımlılıklarım neyin olsun. -Zati çıka çıka çay çıktı. Ne kadar da kıroca ya -

Sabah ofiste yalnız olunca çay yapmamıştım. Öğleye doğru millet gelince çayı yaptım sonra iki koca fincan demli çayımı içip kendime geldim. Dünya varmış. Aaa çiçekler, aaaa bulutlara bak ne güzel...


hayat ne garip lan, kareli masa örtüleri falan.

16 Haziran 2011 Perşembe

Dayımlar Sözlüğü

Kendisiyle Çelişmek ; Bknz. ÖSYM (Ölçme Seçme Yerleştirme Merkezi)


"Sınav görevlilerince salon sınav tutanağı veya raporla ÖSYM'ye sınav kurallarına uyulmadığı bildirilen veya yapılan istatiksel analizlerde ikili veya toplu olarak birbirlerinden yararlandıkları saptanan adayların sınav sonuçları, ÖSYM Yönetim Kurulunca kısmen veya tümüyle iptal edilir. Kopya işlemlerinde aracılık yapanlar varsa bunlar hakkında suç duyurusunda bulunulur. "


hı hı. evet.

Ösym'den konu açılmışken ekleyeyim;

Şaka gibi bu Ösym. Kardeşim 18 Haziran'da matematik ve yabancı dil olmak üzere iki sınava girecek. ilk sınav Ümraniye'de bize göre ebesinin nikahı kalan bir kısmında ki biz de Ümraniye'nin güzide semtlerinden birinde oturuyoruz. Neyse hadi oraya gittik diyelim. Saat 10.00'da başladı sınav 13.00'de bitti. Sonraki sınav 14.30'da ve bu sınav Kadıköy'de. Ulan normal şartlar altında Ümraniye'den Kadıköy'e gitmek en az üç saat. O gün neler olur Allah bilir. E bizim arabamız da yok ki hoş arabayla çıkmak ne kadar akıllıca o da ayrı mesele.

21 yaşında bunlar yüzünden ağır stresten kafayı yiyecek kardeşim. Bu sınav stresi yüzünden annemin tansiyonu, şekeri zaten tavan yaptı. Ben de onlara üzüntümden kendimi intihar edeceğim. Ösym bir ailenin sonunu getirecek.


26 Haziran'da olacak sınavın Kandilli'de olacağından bahsetmedim bile. Kandilli ne alaka abicim ya!!

15 Haziran 2011 Çarşamba

Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır*


Kitaplığımda çok çileli bir kitap var. Alalı iki sene olmasına rağmen ve tüm denemelerime rağmen okuyamadığım.

Her okumaya karar verişimden sonra haftalarca çantamda süründü, sırılsıklam olduğum yağmurlu bir günde çantamın fermuarından süzülen damlalardan nasibini o da aldı, yapraklarında su lekeleri oluştu, cildinin kenarları bozuldu ve ona huzur yoktu iki sene boyunca bir kaç ay arayla bu işkenceyi çekti.Eminim alındığı güne lanet ediyordu

Artık ona eziyet etmekten vazgeçip kitaplığa geri koymadan önce bile evin odalarında oradan oraya savruldu, yastığımın altında konakladı, tam huzura erip yerine ulaşmıştı ki bir sabah tam da evden çıkmış kapıyı kapatacakken birden bire aklıma düşüverdi ismini sayıklamaya başladım. Yaptıklarım az gelmişti sanırım. Üşenmeden çözdüm bağcıklarımı, içeri girip çantama attım ve kararlıydım bu kez okuyacaktım, bitecekti.

Otobüse biner binmez okumaya başladım.Okudukça sevmeye.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden bahsediyorum. İlk kez bir Ahmet Hamdi Tanpınar kitabı okudum. Klasik edebiyata karşı bir gıcığım var sanırım. Kolay kolay okuyamıyorum. Ama o gün abuk sabuk bir sürü kitabın arasında en normal o gözükmüştü gözüme ama sonrasında niyeyse yukarıda bahsettiğim gibi kitabı iki sene süründürdüm.

Ama adını sayıklayarak tekrar çantama attığım günden sonra Hayriciğim anlatsın da ben okuyayım diye koşa  koşa otobüse atıyordum kendimi. Yolculuk bitmesin istiyordum ki İstanbul trafiğini bile sever oldum. Bu güzel kitap elimin altında olmasına rağmen bu kadar geç okuduğum için kendime kızdım. Bolca gülümsedim okurken, her karakteri ayrı ayrı çok sevdim.

Fazla karakterin olduğu kitaplarda yazarlar bazen, bir karakterden bahsettikten bir kaç sayfa sonra onu unutuyor. Konuyu kapattığını zannediyor ama kitabı okurken benim aklım hep o yarım kalmış hikayede oluyor. İlk defe böyle bir kitap okurken bir karakterin hikayesinin sonuna takılmadan devam edebildim. Bu biraz örgüde ilmek atlamak gibi bir şey. Bozuyor işi.Uzun zamandır böylesine güzel bir roman okumamıştım. Yok yok ben belki de hiç böylesine güzel bir roman okumamıştım.

Tekrar tekrar farkına vardığım bir gerçek; her şeyin bir zamanı var. Zamanı gelmediği sürece ne kadar zorlarsan zorla, olmayınca olmuyor.

Sonra ne oldu biliyor musun? Seyit  Lütfullah'ın gaip alemden sevgilisi Aselban'ın O'na hediyesi bir kaplumbağa vardı kitapta ve ben tam da kitabın bittiği bir akşam üzeri bizim bahçede bir kaplumbağa gördüm. Meğer uzun süredir bizim oralarda takılıyormuş. Çeşminigar dedik adına tabi adını bende herkese anlattım hikayesini. Bir hafta sonu bahçe insan doluyken, ayaklarımızın arasında dolaştı aynı kitaptaki Çeşminigar gibi.

Hayat çok garip lan, kaplumbağalar falan..



Keşke bendeki kitabın kapağı böyle olaymış fakat farklı bir yayın evinden çıkan kitap bendeki. 






*Başlık, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden 
* Tablo, İbrahim Çallı'dan

Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!

Lüfer, hamsi, kalkan... kader anı 21 Haziran!: "“Seninki kaç santim?” kampanyasının sonucu belli oluyor. Tarım Bakanlığı balıkların ve denizlerin geleceğine Haziran’da karar veriyor. İş işten geçmeden, balıklar tükenmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl."


14 Haziran 2011 Salı

bir KAÇ şey


- Seçimlerin sonucuna şaşanın ben de aklına şaşarım. Sonucun böyle çıkmayacağını düşünmek için bırak bu ülkede yaşamamayı bu dünyadan olmamak gerekliydi. Ben de yenilik olarak sadece bir isim için umut ettim ama onun dışında herkes girdi. 


- Kung-fu Panda 2 çıkmış olumm !!

- Altın Kelebek ödüllerinin sunuculuğunu Ayşe Arman'a yaptırmak neden? Sunucu mu kalmadı ülkede? Ayrıca her sahneye çıkanın söylediğinden anladığım kadarıyla bu çok önemli bir geceydi peki öyleydi de niye ilkokul müsameresi izlermişim gibi bir his uyandırdı. Sunucular akıştan bir haberdi, ödülleri verecek isimler mikrofona konuşmayı unuttu, daha bir sürü şey. Beyazıt Öztürk'ün çabası da bir yere kadar kurtardı. Komiklikler şakalar falan.. Ayşe Arman'ın saçlarının hali neydi öyle yahu? Tek güzel anı Tarkan'ın Tuba Ekinci'ye verdiği ayarlardı.

  

- Model'in albümü daha doğrusu albümlerinin ikisi de güzel hakkatten bak dinledikçe daha güzel geliyor. 

- Yarışma programlarıyla pek aram olmaması sebebiyle ve özellikle grup halinde yarışan yarışmacıların öne geçmek, popüler olmak adına abuk ve sabukluklar yaptığı. İnsanların arkasından kuyu kazdığı, sürekli kavga dövüş ve salya sümük olan yarışmalardan tiksindiğim için "Survivor Ünlüler - Gönüllüler" yarışmasına reklamlarında dahi bakmamıştım. Sonra ekşi sözlük'te bir baktım sayfalarca "Taner" den bahsediyorlar, bende "ulan baya komik adammış herhalde" dedim ve sabredip izledim. Şimdi rastladıkça izliyorum, eğlenceliymiş len  hakikaten. Bence Nihat bu yarışı kazanır abijim. 

- Uyumayınca uykusuzluk çekersin doğal olarak peki uyuyup da hala uykusuz olmak da neyin nesi? Dün alt katta gazete okurken uyumuşum uyandığımda yüzümde seçim sonuçları vardı. 

- Bugün nasıl çirkinim, nasıl çirkinim görsen korkarsın.

- Katy Perry'den  E.T. şarkısıyla yayınımıza devam ediyoruz. Bir süredir sadece Radyo Fenomen dinliyorum güzel oluyor çıstak çıstak. E.T. güzel şarkı ama.

- Yağmur yağıyor ne güzel, ne güzel, ne güzel. 


- Pıncır Olips mentollü şeker ile evin içinde çılgınlar gibi eğlenmesine bayılıyorum. Toplanmış, sağa sola kaymış halılar, devrilmiş mama kapları, etrafa saçılmış mamalar gibi yan etkileri de var ama Pıncır'ın o kocaman olan gözbebeklerini görmeye değer. Bir de şekeri kaybedince gelip bacaklarıma sürünmesi sonra şekeri nerede kaybettiğini göstermesi var ki ağzını burnunu yiyesin geliyor. 

- Evet şimdi sözü Cartman 'a bırakıyorum; 





13 Haziran 2011 Pazartesi

Evrenden Mesajım Var

Tekrar tekrar ve tekrar  ve bunun değişebileceğini sanarak, yine yeni yeniden falan anlıyorum ki; nefret ediyorsun benden ve ben de senden.

Halbuki fena bir sabah sayılmazdı, yağmur çiseliyordu falan gülümsediğimi gördün değil mi?

baammmm!!!

Çakıverdin tokadı enseme "sırıtma lan!!" diyerek.

Bak gözlerim doldu, ağlayasım geldi falan tam toparladım kendimi sonra; baaaammmm!!

Bi siktir git allaseeen.


Evren falan dinlemeyip kafa göz dalacam yeminle ulan bi dur ya bi dur bu ne cenabet gündür yahu!!!

7 Haziran 2011 Salı

Bir Sabahın Anatomisi

07:00 - "Kalk, kalk, kalk, kalk" diye tepede biten anne.

07:15 - Sürünerek yataktan kalkış.

07:35 - Evden çıkış.

07:45- Otobüse biniş.

08:10- Otobüsten iniş, diğer otobüs sırasına koşuş. Arkadaşla karşılaşma, bir sigara içiş.

08:20 - Otobüs sırasında kavga. "Sabah sabah bu ne şimdi yaaa!!"

08:25 - İtiş kakış otobüse binme çabası.

08:25 - 08:55 - müzik - arkadaşla sohbet - geyik yapmaca

09:00 - Zincirlikuyu Kadirbüs durağına varış ve kalabalığı görüp ağzı açık kalış. "Sabah sabah bu ne şimdi yaa!!"

Aynı anda bir flashback yaşayış;

08:00 - Radyo açılır Nihat Sırdar der ki; Okmeydanı'nda Hollandalı bir Kadirbüs bozulmuş Kadirbüs yolu tıkanmış.  Sonra Seval der ki; Bir saate kadar yol açılır herhalde o kadar da kötü değildir canım!!

09:01 - Aklıma sıçayım bu şehirde ne düzgün yürümüş ki diye diye Mecdiyeköy'e gitmek için Zincirlikuyu otobüs durağına geri yürüyüş.

09:07 - Zincirlikuyu'dan Mecidiyeköy otobüsüne biniş.

09:07 - 09:30 - E-5'in orta yeri olan Kadirbüs yolunda yürüyen bir sürü insanı görüp "ohhaa ohaaa" deyiş. Normal bir günde sadece bir otobüs arızası ile bu hale gelen trafiğin -ki bu arada arabalarındaki insanlar metrobüs yolundan yürüyen insanlara baktıkları için normal yoldaki trafik de felç- olağanüstü bir hal olduğunda ne hale gelebilceğini düşünüş. Ondan sonra olağanüstü hal ne lan bi yağmur yağınca da oluyor bu deyip kendi kendine gülüş.

09:30 - Ali Sami Yen durağına varış. (ki bu mesafe aslında çok da uzun bir mesafe değil.)

09:40 - Perpa'ya gidecek otobüse biniş.

10:00 - İş yerine varış.

10:01 - Klimanın çalışmadığını farkediş.

10:02 - Servisi arayış ama o servisin bizim klimaya bakmayışı.

10:10 - Asıl servisin numarasını bulamayış.

10:10 - Çıldırışşşşşşşşşşşş


Buyrun efendim bir de şuradan bakın İstanbul'a. Yahya Kemal Beyatlı'nın öyle tepeden baktığındaki gibi "aziz" görünüyor mu?

2 Haziran 2011 Perşembe

Kısır - Kıtır - Katır -Batır - BATIL


"Bir seneye nasıl başlarsan öyle gidermiş" derler ya hani doğruymuş lan!!! Böyle sözleri batıl deyip de götünüze takmamazlık etmeyin.

En son bulgurun buğdaydan olduğunu öğrendiğimde bu kadar çok şaşırmıştım. Gülme lan!! Ben öyle pirinç gibi, fasulye gibi bir bitkiden yetişiyor sanıyordum.

Nasıl da kötüydüm yeni yıla girerken Allah seni inandırsın hala öyle kötüyüm. Ya aslında ben eskiden de pek bi hıllım bok değildim de neyse... Şimdi kurcalamanın anlamı yok.Tecrübeyle sabit diyorum daha ne diyeyim arkadaş.

İşte böyle yeni yıla kötü girdim, kötü gidecek hep böyle diye ağlanıp sızlanırken,  bir şimşek çaktı, bir ampul yandı falan. Ulan!! ('Ulan' burada Arşimet'in 'evreka'sı yerine kullanıldı. Daha samimi bence, daha böyle şey hani yüksek dağlardan inan ılgıt ılgıt esen rüzgar gibi falan. hı hı evet ) Şimdi anladım ki; şahsen bizzat benim kendimin ve ailemin bu istikrarsız hali ve elimizi her attığımız işte bir yere varmak yerine "ellerimiz bak boooğğğşşş" kalınca götümüzü avuçlamamızın nedeni batıl deyip de bi tarafımıza takmadığımız bu inançlar.

Kimsenin istemediği kara kedileri eve aldık bir değil, iki değil, üç kara kedi besledik lan biz. Üç kara kedi üç nesil sürer lan bu uğursuz hal. Evde boya badana yaparken neyin merdivenin altından geçip "ehehuhuehe bak bişe olmuyo la" dedik eğlendik. Amma çok ayna kırdık. Üff annem ne biçim dövdüydü. Ordan anlamak lazım işte ama geç basıyor kafa. Dayak yiyorsun hala ne uğursuzluğu diyorsun.

Allah akıl dağıtırken ben büyük ihtimalle kara kedilerin peşinde koşuyordum.

Yahu hele o nazar boncuklarına ve nazar boncuklu eşyalara da ayrı ifrit olmuşumdur her zaman. Kara kedi görünce saçını çeken insan gibi nazar boncuğu görünce saçımı çekmişimdir.

İnsan niye nazar boncuğu taşır lan üzerinde? Takan kişi "Çok güzelim, çok şahaneyim, off süperim, kötü gözler uzak durun benden eminim beni kıskanan bi sürü insan var of şahaneyim lan wuuuhuuuu!" demek istermiş gibi geliyor.

E hani alçakgönüllük falan vardı öyle olan iyiydi hoştu falan?

Yaaaa bırak ezik lan o alçakgönüllülük ne ? Özgüven eksikliğinin bile eksikliği o iş. Takacaksın nazar boncuğunu boynuna, koluna, sütyenine, donuna falan...

Neyse ya uzatmayayım, dedim ya keyfim yok... Ben şimdi çok pişmanım. Ben ettim siz etmeyin. Yeni yıla güzel girin, merdiven altından geçmeyin, kara kedi görünce saçınızı çekin, bir nazar boncuğu mutlaka bulunsun üzerinizde.

Ben de şimdi gidip at nalı bulacağım bir yerden.

Velhasıl-ı kelam o at nalını alıp da... boynuma asmadan, tavşan ayaklarını sütyenime sıkıştırmadan, kara kedilerin götüne parmak atmadan düzelmeyeceğim. Yani en azından ben başka yol bulamıyorum şimdilik. Önümüzdeki yıla en azından iyiymiş gibi girmeyi planlıyorum. Olmadı şimdi gider Çinlilerin yeni yılları ne zaman ona bakarım onlar farklı zamanda giriyor ya bizden gider bir de orada girerim yeni yıla.Domuz yılı olmasa bari... Töbe estağfurullah.

Neyse domuz yılı, it yılı falan ayırmıycaz gircez artıhk napak....





Öyle işte..