30 Haziran 2010 Çarşamba

dikkat küfürlüdür

30 haziran çarşamba bugün sevgili günlük..

her sabah saat altıda açılan gözlerim bu sabah açılmadı ne hikmetse erken kalkmaktı amacım ama hepten geç kaldım. gözlerimin ağzı varsa ağzına sıçayım.

otobüs saatlerini değiştirenlerin de ağzına sıçayım.

aynada beni görmek zaten  çokcan sıkıcı. hele ki dün akşam düzleştirdiğim saçlarımın başka zaman aynı kalması ama geç kaldığım bir sabah hint fakiri saçları kadar iğrenç oluşu hepten can sıkıcı. yoldum sinirden bir kısmını zaten. saçlarımın da ağzına sıçayım.

o kadar sinir buhranının arasında ütüleyip giydiğimde üzerimde düzgün durmayı reddeden elbisenin de ağzına sıçayım darılmasın.

siyah elbisede beyaz kireç tortuları bırakan ütünün ayrıdan ağzına sıçayım.

hemen önümden kaçıp giden otobüsün de ağzına sıçayım.

üç parça eşyanın olduğu çantanın içinde bir türlü bulunmak bilmeyen akbilin de ağzına sıçayım.

her gün şarj etmek zorunda olduğum telefonun da ağzına sıçayım.

kendileri bir kere bile aramazken işleri düştüğü zaman yamacıma gelip de üstüne bir de "çok hayırsızsın" etiketini alnıma yapıştıranların da ağzına sıçayım.

bu işin de, bu insanların da ağzına sıçayım.

isteği, kaprisi, sitemi bitmeyenlerin de ağzına sıçayım.

bu öksürüğün de ağzına sıçayım.

bu yorgunluğun da ağzına sıçayım.

şarkıların da ağzına sıçayım.

buranın da ağzına sıçayım tam olsun.

bugün ölürsem kabrime gelenin de ağzına sıçayım

28 Haziran 2010 Pazartesi




Aslında cevaplamayı istemedim önce ama zaten Masal Hanım'ı zaten yorumsuzluğum ile kızdırmaktayım. :) "Yaz iki dakika elin mi kırılır lan" dedim. "Lanlı lunlu konuşma benimle lan" dedim sonra kendi kendime. Kendi kendimle kavgaya tutuştum. Ağzını burnunu dağıttım kendimin. Kişilik çatışması yaşadım şu mim mevzusu yüzünden Allah seni inandırsın. Neyse zevkli bir şey aslında bu. 


İşte efenim bende de böyle kelimelerin karşılıkları; 


FELSEFEM:Hayat ne garip lan, vapurlar falan! 
(Aslında felsefem yok benim. Fakirim ben. Okuyom ben yaaa! gelmeyin üstüme.)  

HAYAT: Zorunluluk. 

ÇOCUKLUK: Şimdi ki çocukları gördükçe anlıyorum ki; süperdi len benimkisi. 

GÜNEŞ: Seviyorum desem çok pis yalancı olurum. 6 ay gece 11 ay kış olsa şikayet etmem. Zaten kutuplara yerleşme planım var gelecekte. Olmadı beni kutuplardan birine gömüverin. (Heh! Al sana vasiyet. Ölüsü bile işkencecidir bazı insanın :)) 

GÖZLER: Önemli bir organ. Ama yine de fazla da anlam yüklememeli burun kıskanabilir. 

YILDIZLAR: Berkant, Samanyolu, küçük ayı, büyük ayı, bir şarkısıııııınnn seeeeğğğnnn...

GÜZELLİK: Geçicilikten ziyade göreceli bir şey.

SEVGİ: Kelebeği oluyor bunun böyle pır pır dolanıyor etrafta. Taş atıp öldürüyorum bende.


AŞK: Üzerine konuşacak son insan benim. 

MÜZİK: Olmazsa olmazım. 

DOST: Büyük ihtimalle üç vakte kadar "bıktım senin bu halinden" diyerek gidecek olan. 



PARA: Bulursam ebesini zikicem. 

ZAMAN: Durdurulamayan.

ERKEKLER: Kadınlar kadar karmaşık değiller. Ama konu ilişkiler olunca en az on kadın gücünde kafa ütüleyici olabilirler.

AĞLAMAK: Cem Özkan'ın şarkısı vardı ağlamak diye. Güzeldir bak dinlemeli tekrar. 

DENİZ: Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli. Severim de korkarım da.

AYNA: "Çayımın Şekeri" şarkılarına bayılırım. 

HAYAL: Bıraktım almayayım.


Dinlenir ki bu!



Nev'de eskileri ısıtıp önümüze koyanlar kervanına katılmış. Kötü mü yapmış? Hayır! 

Bir Nev-i Alaturka hem Nev, hem de alaturka seven bendeniz için bir nimet. Ama elbette gönül ister ki yeni "Nev" şarkıları dinleyelim. 

Mazideki Aşk şarkısının video klibini izlerken kardeşim, "abla bu izlediğimiz Nev değil mi? Nev mi bu ya? Emin misin Nev olduğuna bu adamın?" gibi şaşkın yorumlar yaptı yeni imajı için. Ben ise Nev'de The Illusionist filmindeki Edward Norton'u gördüm klibi izlerken. 

Seviyoruz Nev'i,  "Biliyorum duymak istediklerin bunlar değildi./ O yüzden zafer saymıştım zamansız gidişini" dediği ilk günden beri. 


25 Haziran 2010 Cuma

Ben Sunay Akın okumadan önce şiirden nefret ederdim. Sağolsun lisedeki edebiyat hocamın bunda payı büyüktür.

Her neyse.

Sunay Akın'ın Kaza Süsü isimli bir şiiri vardır. Şiir şöyle başlar;

Biri çıkıp öldürsün beni 
ve kaza süsü versin 
cansız bedenime


Bir kaç gündür benimde dilimde dolanıp duruyor bu dizeler. Biri çıksa öldürse beni ve kaza süsü verse cansız bedenime...




nasıl da sevinirdim.

Anladım ki;

Bazı dişilerin içinde evlendikten sonra ortaya çıkan bir fesatlık ya da ne bileyim manyaklık geni var.

Bu ne arkadaş bu ne ya! Eltiye nispet, görümceyle kavga dövüş, kaynanayla soğuk savaş. Bir senelik evli arkadaşımın entrikalarından her sezonu seksen bölümlük, sekiz sezon şahane Türk dizisi çıkarabilirim. Kaynanayı ben oynarım. :)

Bu ne arkadaş! bu ne yaaa!

22 Haziran 2010 Salı

Ben görüyorum. Duyuyorum. Konuşuyorum.

25 yaşındayım. İşletme bölümü ön lisans mezunuyum. Beş senedir özel bir şirkette muhasebeci olarak çalışıyorum. Fakirlikle, orta hallilik arasında gidip gelen bir ailede büyüdüm. Bir ağabeyim, bir de erkek kardeşim var. Annem ilkokul mezunu bir ev hanımı, babam lise terk bir inşaat ustası. 


Biz geniş bir aileyiz. Halalar, amcalar, dayılar, kuzenler, gelinler, torunlar her zaman bir aradayız.  Otuz yılı aşkın bir süredir annemin ailesi de, babamın ailesi de aynı semtte ikamet etmekteyiz. Köyümüz sayılır bir nevi.


Biz her ne kadar o zamana yetişemesek de anlatılanlardan ve fotoğraflardan biliyoruz ki o semtte bugünkü gibi binlerce değil yalnızca üç beş ev varken,"komşuluk" çok değerli bir şeymiş. Beraber yenilir, içilir ve beraber eğlenirmiş insanlar, beraber ağlarlarmış. Bugünkü durumun tam tersine insanların Kürt, Alevi ya da bir tarikattan olup olmamasına bakılmazmış bir kap yemeği paylaşırken. 


Ben evimizde hiç bir zaman bir insanın dini ya da kökeni hakkında konuşulduğunu, ya da siyaset üzerine bir konuşmayı hiç duymadım. Siyasetten uzak yetiştirildik. Ben ki babamın gençliğinde meydanlarda sol sloganları attığını, otuz yıl sonra buluştuğu arkadaşından öğrendim.


İki - üç sene öncesine kadar Kürt'lüğün, Alevi'liğin bizi birbirimize düşüren bir sorun olduğundan habersizdim. Habersizlik de denemez aslında ben böyle bir ihtimali kabul edemedim. Babamın en yakın arkadaşı Kürt'tü. Benim en yakın arkadaşlarımdan birisi Alevi ve her gördüğümüzde muhabbetle sarılıp kucaklayan teyzede öyle. Nasıl ve ne sebeple onları ayrı görebilirdim ki? 


Doğu'da teröristlerin beşiğinde kurşun sıktıkları bebekler de Kürt'tü. Teröristlerin köylerini basıp katlettiği o adamlar, kadınlar da Kürt'tü. Biz onlar için günlerce göz yaşı döktük. Doğu'nun insanları birer birer köylerinden göç etmek zorunda kaldıklarında "terör" yüzünden, biz onlar için de üzüldük. Ve onlar kadar canımız yandı. 


Bu ülkenin başına geçen insanların anlamadığı bir şey var. Kürtlük, Alevi'lik değil,bizim derdimiz.1984 yılından beri devam eden ve birileri kıçlarını koltuklarından kaldırmadan sadece konuşup dururken, masum canların hiç uğruna toprak olduğu terördür. 


Düşünün, 26 yıl. Bu ülkenin başına kaç insan geçti bu yıllar boyunca. 26 yıl.... binlerce ölü.. 


Daha bir aylıkken teröristler öldürmeseydi o bebeği, bugün 26 yaşında olacaktı. 


İnsanlar ak ile karayı birbirine karıştırmış durumda. Bunu anlamak için ne çok akıllı olmak gerekiyor ne de her kitabı okuyup hatmetmek. Sadece bakmak ve görmek gerekiyor. Kimse söylemedi bunları düşünmem gerektiğini.


Ben görüyorum. Duyuyorum. Konuşuyorum. 


Ne sağcıyım, ne solcuyum, ne Kürt'üm, ne Alevi, ne vatan düşmanı, ne de din, ne gericiyim ne de her türlü özgürlüğe evet diyen birisi. Fanatizm, körü körüne bağlılık en büyük aptallıktır benim gözümde.Ne vatan, millet, Allah, kitap deyip de insan katledenlerden, ne de özgürlük düşleri kurup başka insanların inançlarına küfredenlerden olabilirim.    


İnsan sırf Müslüman ya da Hristiyan doğdu diye hiç sorgulamadan dini bile kabullenmemeli.  


Ben 25 yaşında, ülkesini her rengiyle çok seven ama bu ülkenin güneşli günler göreceğine dair inancını kaybetmiş bir insanım. 


"İnsan"ım. 



18 Haziran 2010 Cuma

Bir kediyle yaşamanın en kötü yanları nedir biliyor musun?



O'na her baktığında "neden dünyaya bir kedi olarak gelmedim" diye isyan ediyorsun.  İstediğinde çekip gidebilme, herkesten ve her şeyden -üstüne üstlük tek bir açıklama yapmadan- kaçıp saklanabilmesine, hiçbir şey olmamış gibi geri dönmesine, kendini sevdirebilme yeteneğine özeniyorsun. Dün sana tırmık attı diye onu sevmemezlik etmiyorsun. Hiç bir zaman O'nu sevmen için özel bir çaba da harcamıyor, kedi olması yetiyor.. 


Sen deli bir koşuşturmacanın orta yerindeyken, O evin içine giren dikdörtgen bir ışık huzmesinin içerisinde aylak aylak yatabiliyor saatlerce. Top şekline getirilmiş bir poşetle deli gibi eğlenebiliyor.


Dönüp kendine bakıyorsun, ne istediğin zaman kaçıp gidebiliyorsun, ne yalnız kalıp kafanı dinleyebiliyorsun. Sürekli çalışmak ve bir saniye bile durmamak zorundasın. Çevrendekilerin gönüllerini hoş tutmak zorundasın. Hadi her şeye boşverdin kaçıp gittin. Biraz dinlenmek biraz durulmak istedin. Döndüğünde kimse seni sevmiyor. Seni sevmeleri için zaten binbir takla atman gerekliyken çekip gidersen, elbette döndüğünde kimseyi bulamıyorsun. 


O deli koşuşturmacayı durdurmak için ufak tefek tatiller yapmaya çalışıyorsun, gezip/ tozup eğlenmeye çalışıyorsun, aydınlanmak için kitaplar okuyorsun falan ama sonunda görüyorsun ki onların hiç birisi sana pencereden içeri süzülen dikdörtgen ışık huzmesi içinde yatan kedinin huzurunu vermiyor. 


Sen bir tatlı huzur için Arabesk filmindeki Müjde Ar gibi; "Nirvana nereye düşer ?" diye önününe gelen kahvehanelere sorup, Müjde ile aynı cevabı almaya devam edegör. Kedi hayvanı ise o tatlı huzura bulanmış bir şekilde kucağında uyusun. 


Bir kediyle yaşamanın en can sıkıcı yanı bu işte; adamlar çözmüş olayı abicim! Hepsinin içinde biraz Mevlana'lık var. Ya da ne bileyim her biri biraz Salvador Dali, o olmadı Hakan Şükür, aslında her kedi biraz yerli Messi. Her kedi Sokrates'i, Einstein'ı donunda sallar arkadaş. 








Not; Dünya'ya bir daha gelsem sevgilim arar bulurum yine seni seve... Ay bu değildi söyleyeceğim. Dünya'ya bir daha gelsem herhangi bir kedi değil, Şeker olmak isterdim. Çünkü beni en çok kıskandıran kedi O'dur. 


Çok özledim kızım seni bea. 

17 Haziran 2010 Perşembe

Ayhhh Çok Sıcahkkk

- Gün geçmiyor ki yeni bir evlilik haberi almayayım. Dün yine bir arkadaşım "evleniyorum" dedi. Bu arkadaşın ağzından böyle bir kelime çıkmasını hiç de beklemezdim. Şaşırdım birden.Ne oluyor arkadaş evlenen evlenene. Başbakan evlenene yardım sözü mü verdi? :) Bir de "artık sıra sende keh keh keh"  yapmıyorlar mı deli oluyorum arkadaş. 

- Çok çalan telefona "manukyan'ın telefonu gibi" derler ya hani. Heh bizim de kapı zilimiz de aynı hiç susmayan telefon gibi ben de bu nedenle kapımıza "manukyan'ın kapısı" ismini verdim. Her akşam da misafir mi olur lan! Onlar gelmezse de biz gidiyoruz işin kötüsü. Mecbur gidiyoruz yoksa annem sağolsun dır dır dır dır dır dır... 

- 7 cücelerin "Huysuz" olanı gibiyim bir süredir.Canlı/cansız, hayvan/insan ayırmadan herkesle ve her şeyle kavga ediyorum. Pazartesi günü çekmeceyle olan kavgamda ayak baş parmağım gazi oldu ama intikamımı alırım elbet!

- Sevgili Kankam, peduculus humanislim, kızıl kafacım, şuursuz tosbacım, bok böcüğüm  burnundan bir ameliyat geçirdi. Doktor ameliyattan önce "iki gün yatar kalkarsın önemli değil yaaav" dedi. Kız bir haftadır kendine gelemedi. Ne yaptıysa o kadarcık burnun içinde. Yalancı doktor.Kınıyorum seni!!

- Özlem'im ne zaman yanıma gelse mavi ojelerine bakmaktan, ne konuştuğunu duymuyordum. Çok güzel görünüyordu. Kuzucum bana da almış aynısından. :) Çok mutlu oldum len :)) 

- Hep kış olsa hiç şikayet etmem yeminle. Kutuplara mı yerleşsem ne yapsam?

- Dün arkadaşım rezil bir otobüs anımı daha hatırlattı. Aslında hatırlamadım, hatırlamak istemiyorum bu kadarını da yapmış olamam herhalde. 

- Tam da futbolu sevmişken bu vuvuzela mevzusu çıkmasa olmaz mıydı? Şimdi bu Türkiye'deki maçlarda da çalınacak. Benim futbol hayatım da böylece bitecek. Cidden nefret edilesi bir ses. Tiskiniyorum..

- Penguen'in bu haftaki kapağı süper. 

- Taktım mı tam takarım arkadaş. Kusana kadar dinleyeceğim 





15 Haziran 2010 Salı

Kuruntu Böcekleri

Nereden ve hangi zamanda musallat oldu bu böcekler bana bilmiyorum. Bir sokak kedisinden olabilir ya da o boncuk gözlü sokak köpeğinden. Zaten insanın başına bu uğursuz şeyler hep hayvanlar yüzünden gelir. Kara kedi ya da bir baykuş uğursuzluk getirir, karga desen o hepten bet bir hayvan. Evet evet kesin bir hayvan yüzünden olmalı. Bu beni kemiren hayvan mutlaka bir hayvandan bulaşmış olmalı.


Kuruntu böcekleri; öyle lanet böceklerdir ki önce beyninizi kemirirler, oradan kalbinize sıçrar ve en sonunda da ruhunuzu teslim edersiniz ellerine. 


Onlar beyninizi yemeye mantıklı ve insaflı düşünme taraflarından başlarlar. Böcekler beyninizle işinini bitirdiğinde ise her şeyin en kötüsünü düşünen, herkes için kötü şeyler düşünen biri olup çıkarsınız.  Mantığınızın yerinde yeller esmektedir. 


Kalbinize inmiştir artık kuruntu böcekleri. Kalp ki beynin bile laf geçiremediği asi bir savaşçıdır. O mantığın karşısında bile kale gibi durur ama bu kuruntu böcekleri gelip de aşınca surlarını kalbin, işte o zaman felaket olur. Sızım sızım sızlasa da kalp, uğraşsa da kovuşturmaya böcekleri başaramaz. Kalbin en sevdiklerinden başlar talan etmeye ve her ısırığında kuruntu böceğinin en sevdiklerini kırar insan. Ne anlatabilirsiniz derdinizi, ne dışarıdan bakan anlayabilir halinizi. 


Tatlı olarak da ruhunuzu alır kuruntu böcekleri. Ruhunuzun en ince, en şefkatli, en insancıl yerleri de kuruntu böcekleri tarafından yenilip yutulmuştur artık.


İyi olan ne varsa götürür bu böcekler. Kötü düşünceler, kötü duygular, yalnızlık kalır hepsinden geriye. Nefret ve öfke hissedebildiğiniz tek şey olur. Onlar sizinle işlerini bitirdiğinde, dışarıdan bakılınca yeşil fakat içi çürümüş bir ağaç gibi kalırsınız. 


Bazen en sevdiklerinizden nefret edersiniz, bazen hiç tanımadığınız insanlardan. Hiç sebep yokken hem de... Ve öfke. Damarlarınızda kan yerine öfke dolaşıyordur. Kırıp geçirirsiniz önünüze gelen her şeyi. Bu talandan sonra sahip olduğunuz, elinizde kalan tek şey yalnızlık olur.. Ve kuruntu böceklerinin yarattığı acıdan sonra, yalnızlığın koynu öylesine tatlı, öylesine yumuşaktır ki çıkmayı istemezsiniz. 


Her şeyden öte en başından dur demezseniz bu böceklere, sonunda her şeyden çok kendinizden nefret edersiniz. 


Benim gibi.






01/04/2010

10 Haziran 2010 Perşembe

4 Haziran 2010 Cuma

Ortaya Karışık



- Bir daha yapmamalı; gece saat bir olmuşken, yorgunluktan ölmek üzereyken üstelik, oje sürmeye kalkmamalı. Çünkü sonuçta tırnaklarda sürrealist bir çalışma oluyormuş. Bu da anca sabah farkediliyormuş. Her şey için çok geç oluyormuş sonra da.

- Bir arkadaşım daha bu hafta sonu evlilik kurumuna giriş yapacak ben de kendisine şahitlik edeceğim. Etrafımda bekar insan kalmadı yahu!

- Evlenmeleri hadi neyse de üstüne bir de çocuk yapanlar bile var.

- Şehit haberleri geldikçe nefesim kesiliyor. Gazete okuyamıyorum artık. Eskiden de olurdu ama şimdi daha fazla. Çünkü üç kuzenim asker. Biri doğuda, biri doğuya gitmek için eğitimde. Bu ülkenin doğusu niye hala yaralı bir uzuv gibi kanıyor durmadan? Kesip atmayı düşünmek yerine neden iyileştirmeyi denemiyoruz ?

- Badem'in Kalpsiz şarkısının akustik versiyonu yani Gülçin Şantırcıoğlu düeti, Özlem Tekin düetini döver.

- Ben var ya ben... İki hafta önce hamile arkadaşımla doktor kontrolüne gittim. Anne karnında bir bebek gördüm ve bayılmadım. Çok da kötü değildi. Utanmasam güzeldi bile diyebilirim.

- Gülçin Şantırcıoğlu dedim de Elveda Rumeli öyle birden bire bitmeyeydi keşke. Ailece oturup güldüğümüz, hüngür hüngür ağladığımız ender dizilerden birisiydi. Seviyorduk onları.

- Saçımı kestirdim ve bu kez çok beğendim. Son iki senede belime gelen saçlardan, kasap kuaförüm yüzünden ensemin açıkta kaldığı saçlara geçiş yaptım. Arada sarışınımsı bir şey oldum falan. Daha da saçımla uğraşmam!!! Artık oldu siyah ve ensem kapalı. :)

- Kemençe, tulum sesi duyunca mest oluyorum, sahiden kanımızda bir vitaminmidir bu lazlık. Çocukken falan bizim evde dinlenmezdi aslında dinlendiğinde de tahammül edemezdim ama şimdi bazen bütün günü onları dinleyerek geçiriyorum. Gökhan Birben'i de tek geçiyorum. Aslında O'dur bana sevdiren bu müziği.

- Bırak gitsin, gitsin artık götürsün mektupleri leri leri 


- Akşamleyin kına gecesine gideceğim fekat akşam giyeceğim göynek sırt çantamda kırış kırış olmuş. Kırışmayan gömlek istiyorum!

- Ben Ege türkülerini de çok severim. Ege'lilk nereden bulaştı ki?

- Tartışma programlarını niye o kadar geç saate koyuyorlar ???? Ümit Zileli programdan sonra şu an adını hatırlayamadığım Vakit Gazetesi yazarını dövdü mü acaba ? O değil de program esnasında çatır çatır kavga edip reklam arası olunca ne yapıyor onu çok merak ediyorum. "- Kuzum nasılsın valla düştük program derdine soramadım hatırını. Çocuklar nasıl? - ahaha önemli değil şekerim ellerinden öper çocuklar." gibi bir muhabbet dönmüyordur değil mi?

- Bu arada dün akşam hayatımın aşkını buldum. Canımı acıtmayan, rahatsız etmeyen hem de güzel sandaletlerim var artık. Bu yaz ayaklarım rahat edecek gibi. Çok mesudum lan! Göbeğim müsade etseydi zıplardım bile sevinçten. :P

- Bazı insanlar var ki onlarla aynı dili konuştuğuma, aynı toprakların insanı olduğuma çok seviniyorum. Mesela hep söylerim Feridun Düzağaç'la aynı dili konuşmak benim için büyük bir mutluluk. Bir de Zeki Müren var ki O'nunla aynı ortamda bulunup, canlı canlı dinleyen insanın bile önünde saygıyla eğilirim. Zeki Müren ya...

- Önümüzdeki futbol sezonunu daha iyi takip edeceğim. Futbol işini daha iyi öğreneceğim. Zaten sezon başladıktan sonra akşamları evde Lig Tv dışında bir  şey izlenmiyor. En azından iddaa falan oynarım işime yarasın değil mi?

- Bekle beni Sinop! Bu yaz, olmadı sonbaharda mutlaka görüşeceğiz. Fındık toplama zamanı dışında her zaman olur aslında. Ne gıcık iştir o yahu ıyk!

- Hiç bir şeye üşenmem cep telefonu şarj etmeye üşendiğim kadar. Bitmeyen pil istiyorum!!!

- Her morning elegance şarkısı ile kafayı bozmuş durumdayım. Yatıyorum beynimin içinde, kalkıyorum beynimin içinde... lay lay lay :)

-  Aklımda bir kaç şey daha vardı ama aklıma birden sigara içmek düştü diğerleri kayboldu.

- Ayırın kavga yapanleri leri leri... 

2 Haziran 2010 Çarşamba



Bir akasya ağacının gölgesinde olmak vardı şimdi. Hiç bir şey düşünmeden, gökyüzüne bakmak vardı. 


***


Ne kadar uğraşsam da hep eksik kalıyor bir taraf. 


*** 


Ben hayatta en çok; kendimden nefret ettim.


***


Kelimeler... Söylenenler değil de söylenemeyenler... Söylemediklerim var ya... Çok ağır onlar. 


***


Bulamıyorum... En son kendimi "iyi" hissettiğim zamanı bulamıyorum. Oldum olası savruğumdur zaten. Kaybetmek konusunda da deneyimli..


***


Bezmek midir bu? 


***



Bir omuz bulsa başım yaslanacak. . .            

Ağlarım.


***

Kazım söyler, Umay vokal yapar lazca bir şarkıya. 

Şarkı biter Kazım susar. Umay der ki;

Bir gün yolda yürüyordum, bir şarkı duydum kalbim acıdı. Bu kadar. 

Öyle işte...  

Her şey aslında "bu" kadar. İki harf, tek hece kadar.