26 Şubat 2010 Cuma

bir an.


Aylardan ramazan. Vakit iftara yarım saat kala gibi bir vakit.
Babam (ki hiç yapmadığı bir şeydir) cemaat kanallarından birisini açmış, o esnada da hocanın biri dua etmeye başlamış. Masayı hazırlarken gördüm ki bizimki açmış ellerini "amin" diyor hocanın duasına.

Mutfağa gidip annemi dürttüm hemen "babama bak! babama bak!!" diye heyecanla. Kuyruklu yıldız görmek gibi bir şey babamı o halde görmek. Görsün de sevinsin istedim kadın.

Babamı o huşu halinde bıraktık, biz mutfakta hazırlık yapıyoruz, içeriden babamın "aminnn" sesleri geliyor. Kardeşim arada gelip "babam iyi mi anne?" diye soruyor, çocuk ağlamaklı.

Hoca - bıdıbıdıbıdı
babam - amiiiinn
20 dk sonra...

hoca hala - bıdıbıdı bıdı
babam- amiiiiiinn
hoca- bıdıbıdıbıdı
babam- kollarım koptu anasını satayım. amiiiiinnn
hoca- bıdıbıdıbıdı
babam- ezan ne zaman okunuyor ya amiiiinnn..
hoca- bıdıbıdıbıdı
babam- şiişştt ne yemek yaptınız? amiiiinn..
hoca- bıdıbıdıbıdı
babam- oyyyy hoca Allah belanı versin senin. aminnnn.
- baba ????
- yarım saattir dua ediyor öküz herif kollarım koptu be !!! aminnn.
(hoca devam ediyor bu arada)
biz- puhahahaha
annem- bir an için. bir an için oldu demiştim.
babam- kumanda nerede. aminnnn.

25 Şubat 2010 Perşembe

Ben bu kadınları hiç anlamıyorum.
Gerçekten.
Anlamıyorum.
Hiç hem de.

Şaşkınlık denizlerinde yüzüyorum.
Erkek milletine sabırlar diliyorum.




24 Şubat 2010 Çarşamba

Kuyruklu Kedi

Ressam;Renoir


Kedim Zekai, isminin garip olduğunun farkındayım, zaman zaman durup kendimize sorduk biz de "böyle kedi ismi mi olur?" diye. Ama sonra kendimizi "ismi E.T. olan kedimiz var Zekai mi garip peh" diyerek cevapladık.

Her neyse bu Zekai kedisinin en büyük problemi kuyruğu. Kim, neden ve ne amaçla takmış o kuyruğu, ne işe yarıyor bu kuyruk? Neden sürekli onu takip ediyor? O kaçıyor, kuyruk kovalıyor. Kuyruğun onun bir parçası olduğu gerçeğini ısrarla reddediyor. Zaman zaman köşeye sıkıştırıp ısırıyor, dövüyor ama o "lanet olasıca kuyruk" peşini bırakmıyor.

Bazen kendimi Zekai gibi hissediyorum. Ben bana ait olan bir çok şeyi inkar edip onlardan kaçıyorum ama gel gör ki onlar hep benim peşimde. Ve ben Zek'in aksine eğlenmiyorum onlarla uğraşırken.

Dilimden düşmeyen şiirdir, Yılmaz Odabaşı hani der ya "içimden yollara düşmek yolculuklara bakmak geliyor/buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor" diye. Öyle gitmek geliyor içimden herkesten, her şeyden.

Sonra bir başka şiir geliyor aklıma "yeni bir ülke bulamazsın/başka bir deniz bulamazsın/bu şehir arkandan gelecektir/sen yine aynı sokakta dolaşacaksın/aynı mahallede kocayacaksın."

Sanırım Zekai gibi kuyruğumla eğlenmeyi öğrenmeliyim. Boşuna kediler bilgedir demiyordu adamın biri.





***
Bonus olarak bir de Sunay Akın şiiri var kafamın içinde dönüp duran;

Çarşafların arkasına
ıslak sütyenini
asar gibi nicedir
seviyorum
seni




22 Şubat 2010 Pazartesi

-


"Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem! "

Tek kadehte Ömer Hayyam'ı anmaya başladı arkadaşım.

Soldakinin nikahına şahit olacakmışım. Çok büyük bir ihtimalle ileride
en sağdakinin de nikahının şahidi olacağım.

Çok masum, ama aslında değil.


"ne kedisiz ne kitapsız" (Bilge Karasu)




Ne kedisiz, ne kitapsız, ne şarapsız, ne de dostlar olmadan olmaz.



Sevgiler...

20 Şubat 2010 Cumartesi





* Hamaratlığım tuttu ütü yapıyordum gecenin bir vakti ki televizyondan O'nun sesi geldi kulaklarıma. "Bu akşamdı programı nasıl da unuttum." diye kızdım kendime.

Sesi kulağıma çalındığı ilk günden beridir çok severim ben O'nu. Güzel adamdır O. Gülümserim O'nu dinlerken ve hiç şaşmaz ağlarım ne zaman "hastane önünde incir ağacı"nı söylese.

** Çam sakızı çoban armağanları aldım arkadaşlarım için. (Kedi sever arkadaşlarıma Cats By Luyano adresine bir tıklamalarını öneririm.) Bir sürü kitap ayırdım kankama okuması için. Bu hafta sonu uzunca bir aradan sonra ilk defa dört kız arkadaş birlikte vakit geçireceğiz. Çok özlediğimden midir? Nedendir? Çok mutluyum onları göreceğim için.

*** Geçen akşam bir bebek için hediye aldım. Arkadaş ne zor işmiş ve ne kadar pahalıymış bu bebek zımbırtıları.

**** Canımın içi, gözümün bebeği Pıncır kedime, "Pıncır gel seni bir öpeyim." diyoruz. Hemen gelip kafasını uzatıyor. Tabi bir tek sevgi kelebeği modundayken yapıyor bunu ama yok anlatılmaz, yaşanır cinsten birşey bu.

***** Bugün bir internet sitesi sayesinde çok güldüm. Sağolsun canım arkadaşım AstalavistA geyiğin dibine vururken bana eşlik etti. Ama gel gör ki sonradan düşündüm benim için eğlence kaynağı olan o şeye hakikaten bel bağlayan çaresiz insanlar olabilir. Bir an için kötü hissettim kendimi ama çabuk toparlandım. Her şeye de takarsam kafamı, "kafayı yemek" eylemi sözde değil özde olur.

****** Volkan Konak'ın programı bitince ardından "yemekteyiz" başladı. Yattığım yerden uzak olan kumandaya erişmeye üşendiğim için programa maruz kaldım. Yarışmacılardan biri diğerinin mönüsündeki "göçmen ezmesi" ve "bostan salatası" yemekleri için "hiç duymadım ben bunları" dedi. Tamam, bu gayet doğal duymamış olabilir ama "ben duymadım"ın ardından yavşak bir edayla "kafasından uydurdu herhalde" demesi garibime gitti. Senin adını duymadığın yemeğe yemek demeyecek miyiz arkadaşım? Bu nasıl bir egodur yarabbim.

******* Göçmen ezmesi de süper birşeydir ayrıca.

******** Anladım ki saçlarımı üşengeçlikten değil beyaz saçlarıma kıyamadığımdan boyayamıyorum. Dört gündür boya bana bakıyor, ben beyazlamış saçlarıma. Seviyorum onları ama bu yaşta da pamuk nine kıvamında dolaşmak istemiyorum. Bu ne yaman çelişki yarab!







18 Şubat 2010 Perşembe

Geveze Baykuş'a ve Diğer Tüm Gamlı Baykuşlara Hürmet ve Sevgilerimle Arz Ederim.




Büyük üstad Nejat Alp ne demiş; Roman olur yazsam yazsam/Eller ne der bu yaşımdan sonra azsam azsam/Yorganda kene var/Kopar kopar gene var.

Bu sözlerin asıl anlamı şudur;

Hayatta dert her daim var sen istediğin kadar atlattım de yine var. Koyalım götüne gitsin yahu. :)

Daha akasyalar çiçek açacak. Belki akasyaların altında öpüşen liseli aşıkları göreceğiz yine. Her şey daha güzel olur belki. Çimlerin üzerine yayılırız onlar bizim üzerimize yayılmadan evvel. Birbirinden güzel dostlarımız var. Aklımız var, fikrimiz var. Okunacak kitaplar, izlenecek filmler, gidilip görülecek şehirler var daha.

Yorganda kene var kopar istediğin kadar gene var anasını satayım yaksak mı yorganı ne yapsak? :)



Bu arada; içime sevgi kelebeği sokan Kanka'cığıma sevgiler. Rüyalarında iki sevgi kelebeğini taşladığın günleri sana anımsatmak isterim. :)

6. Peyami Safa - Selma ve Gölgesi

İlk kez bir Peyami Safa kitabı okudum sanırım. Daha önce internette kitapları incelerken rast gelmiştim. Aklımın bir köşesine koymuş olmalıyım ki kitapçıda ilk elime aldığım kitap o oldu.

Kitabın üzerinde
Görkem Yeltan'ın bir fotoğrafı var. Kitabın sinemaya uyarlaması olan "Gölge" filminde Selma'yı oynamış. Kitapta Selma'nın fiziksel özelliklerini okudukça O'nunla bütünleşiyor karakter.

Bu benim okuduğum ilk polisiye roman. Zaten kitap da Türk edebiyatı için bir ilki barındıran bir kitapmış.

Her ne kadar kitabın adına bakınca bir kadından bahsediyor zannetseniz de bu kitap Selma'dan ziyade erkek karakterleri anlatan bir kitap. Halim'i ve Nevzat'ı anlatıyor. Arzularını, tutkularını, çelişkilerini... Selma'nın sadece gölgesi var. Ve o gölge öyle bir gölge ki...


17 Şubat 2010 Çarşamba

- Bir kaç gündür kendime gelebilmek. Neşelenebilmek. İyi hissedebilmek için her zaman yaptığım gibi Zardanadam dinliyorum. Tabi bazı şarkıları tepetaklak ediyor beni orası ayrı.. 
- Şu sıralar en çok istediğim şey kafamdaki seslerin susması.  
- Bir de arkadaşlarım, dostlarımla vakit geçirmeyi iki lafın belini kırmayı istiyorum. Ne bileyim Kadıköy'e gidesim var mesela. İncik boncuk alasım var. Üşenmesem de saçlarımı boyasam artık diyorum. Mesela alışverişe çıksam üstüme başıma bir şeyler alsam. 
- En yakın arkadaşlarımdan biri  hamile. Teyze oluyorum ben. :) Bir sonraki kontrol için arkadaşım beraber gideriz dediğinde, olur dedim ama ben düşüp bayılmaktan korkuyorum. Hamile ya da hamilelik fobisi diye bir şey var mı acaba? 
- Hiç bir şey yazasım yok aslında saçmalıyorum. Neredeyse bir haftadır belki de daha uzun zamandır internet bağlantım yoktu. Onun tamirinin şerefine yazdım bunlarıda. :)
- Uzun zamandır böyle oluyor. Yani şöyle oluyor;  Tam bir hevesle yazmaya başlıyorum sonra vazgeçiyorum. Yazdıklarımı siliyorum, hepsi saçma sapanmış gibi geliyor. Tamam normalde de Nobel'e layık yazılar yazmıyoruz tabi ki ama ne bilem. 

Sözü ve müziği Zardanadam'a bırakıyorum.





12 Şubat 2010 Cuma

5. Adam Fewer - OlasılıkSız




Heyecan dolu bir filmi seyretmek gibiydi bu kitabı okumak.


Geçen sene her kitap almaya gittiğimde elime alıp bıraktım. Ama Pazartesi akşamı girdiğim kitapçının sahibinin önerisiyle en sonunda aldım kitabı. Ve "OlasılıkSız" bir solukta okuduğum kitaplar arasında yerini aldı.





4 Şubat 2010 Perşembe

Kedin mi var Derdin var




daannn!!! dunnn!!! şangırt!!! çatırt!!! çuturt!!! Pıncır yapmaaaa!!! Zekaiiiiiii bir durrrrrrr!!! Miyav Miyav Miyav Miyav!! Oğlum E.T. sus bir dakika yahu ne istiyorsunnnnnnn!!! Fındık ne yaptın yahuuu!!!!

Bir en güzeli, iki olabilir ama dört hayır! Evdeki kedi nüfusu asla fazla olmamalı. Kedi dediğin ömür törpüsünden başka birşey değildir.

Bakınız;

Akşam herkes ayaktayken horul horul uyuyan kediler gece herkes yattıktan sonra dinlenmiş olarak uyanmış ve enerji patlaması yaşamaktadır. Özellikle Zekai bir tenis topu zıplamadık yer, devirmedik eşya bırakmaştır. E.T.'ye bulaşır, Pıncır'ı deli eder. Pıncır, E.T.'yi köşelere sıkıştırıp dövmeye çalışır. Fındık girişteki koca halıyı evin orta yerinde toplar. Zekai'den ve Pıncır'dan sıkılan E.T. dışarı çıkmak ister, ona kapıyı açarsınız ama ondan önce nereden geldiği belli olmayan bir siyah nokta ışık hızıyla kapıdan çıkar. Bir bakarsınız ki bu siyah nokta fırlama kediniz Zekai'dir. Kendisini eve almak için peşinden koşarsınız oyun zannedip kendini karların içine atar ve ilk kez karla buluşan Zekai şekilden şekile girer. Gülmekten altınıza işeme tehlikesi atlatırsınız. Ayağınızda terlikler karların içine dalarsınız, donarsınız. Ama Zekai bu durur mu bahçedeki masanın altına kaçar, ayaklarını çamur eder. Onu eve alır yıkarsınız, yere bıraktığınız an kaldığı yerden zıplamaya, hoplamaya devam eder. Bu kez etrafa su da sıçratabiliyordur. Pıncır'ı sinirden deliye döndürür. "Öf ne haliniz varsa görün" der yatmaya gidersiniz, Fındık hanım yatağınızın orta yerine yatmıştır. Kaldırırsınız ama sanki siz onun yatağında zorla yatıyormuşsunuz gibi trip yapar tırmık atar. Eliniz kanar, yara bandı ararsınız. Sonra aklınıza sokaktaki E.T. gelir camı açar çağırırsınız manasız manasız yüzünüze bakar. Dışarı çıkıp kucaklar getirirsiniz. Sonra gözünüz saate takılır gecenin üçü olmuştur.

Koşarak yatağa gider yatarsınız. Tam uykuya dalmak üzereyken tepenizde bir şey zıplamaya başlar. Sonra kaçar gider. Ağlamak istersiniz, isyan etmek istersiniz. İki dakika sonra mırıldayarak geri döner, yorganı açmanızı ister. O koynunuzda mırıldarken dünyanın en huzurlu insanına dönüverirsiniz.

Sonra uykunuzu alamadığınız için sabah yataktan kalkamayıp işe geç kalırsınız.

Ağlayıp, isyan eden insan moduna geri dönersiniz. Üstüne bir de başınız ağrır.

Nesini seviyoruz biz bunların yahu ?

:)






Not: Cansuyu ve Manu geçenlerde kitap tartışmanızda aranıza giremedim ama size ev sahipliği yapmak benim için onurdur. :) Fazla tartışmayın ama. Vallahi salarım Zekai'yi üzerinize. :)



3 Şubat 2010 Çarşamba

4. Ayşe Kulin - Köprü

Ayşe Kulin okumaya geçen sene, yazarı çok seven bütün kitaplarını okumuş olan bir arkadaşım sayesinde başladım. Okuduğum ilk kitabı "Bir Varmış-Bir Yokmuş"du ve gerçekten çok beğendiğim kitaplardan birisidir. "Köprü" ise okuduğum dördüncü kitabı oldu.

Arkadaşım farkında mıdır bilmem ama o kitaptan öyle güzel bahsetti ki içimde "mutlaka okumalısın" hissini yarattı. İstanbul'a ilk kar düştüğü akşam, ayaklarım donmuş bir halde belediyenin kurduğu kitap çadırında gezerken kitabı görünce almadan edemedim.

Pazartesi günü okumaya başladım ve dün gece saat iki gibi bitirdim okumayı. Başımda sabahtan beri geçmeyen bir ağrı, kucağımda Pıncır, yanımda bir fincan demli çay vardı. Daha ne olsundu. Okudukça unuttum baş ağrımı çünkü aklım valiyle birlikte köprüdeydi. Yüreğim ağzıma geldi valiyle beraber. Yapılacak mıydı köprü? Yıkılacak mıydı? Gözlerimden yaşlar da geldi zaman zaman, gülümsedim bazen kendi kendime.

Vali Recep Yazıcıoğlu hayal ürünü bir romanın kahramanı mıydı? Yoksa bu onun gerçekliğinin anlatıldığı bir roman mıydı? O'nun gibi insanların var olduğuna inanmak çok zor. Bu ülkeden, bu topraklardan geçtiğine inanmak...



1 Şubat 2010 Pazartesi

2,5'tan 3 - Faust- Goethe

Okuyamadım. Sıkıldım. Yarım bıraktım.
Zaten hep uzak durmuşumdur bu klasiklere. Kötüdür, iyidir diyemiyorum. Klasik işte adı üstünde yorum yapmak haddimiz değil. Yarısına kadar okudum o da sırf milyon kere gördüğüm yolumun üzerindekileri tekrar görmemek için. Okuyayım, bitireyim diye gezdirdim durdum çantamda, iki haftamın boşuna geçmesine sebep oldu. Demek ki benim Faust vaktim henüz gelmedi. Belki sene sonuna kadar vakti tutturur okurum. Şimdi değil ama şimdi hiç sırası değil.