29 Aralık 2009 Salı

Senden Adam Olmaz Adamım*

Yapamadım...
Yataktan zinde, süpersonik neşeli, dinlenmiş şekilde kalkmayı hiç başaramadım. Hatta tam aksine dayak yemiş gibi kalkıyorum. Kalkmak istemiyorum.

Geçen gece uykusuzluktan ölmek üzere olmakla, film izlemek arasında kalmış, filmdeki kadın ile adamı dinliyordum. Adam anlattı anlattı "işte bu benim tutkum, her sabah yataktan kalkmamı sağlayan şey" dedi. Sonra kadına sordu "senin sabahları yataktan kalmanı sağlayan şey, tutkun nedir?" dedi. Kadın "aşk" dedi. Ben de "yaaaa bi sittirin gidin" dedim. Televizyonu kapattım, kıçımı dönüp yattım.

Niye böyle bir şey yaptım peki?

***

Olmuyorrrr.... Olmuyor istesem de...
Hangi şarkıdaydı bu? Emre Altuğ'un "Yani" şarkısıymış. Allah şu gugılı bulandan razı olsun.

Olmayan ne peki? Olmayan, benim. Olmuyor, ne kadar istesem de hanımefendi olmuyor benden. Ne bileyim izlediğim maçın skorunu soran kardeşime,"bilmem kim koydu bilmem kime üç tane puhahah" yerine sadece 3-2 falan diyeyim mesela ya da maç izlemeyeyim arkadaş. O ne öyle 22 adam bir topun peşinde koşuyor, sümkürüyorlar, tükürüyorlar falan. Ne bileyim örümceklerden korkayım, sinek görünce çığlıklar atayım, çimenlere oturamayım "ıyyy yivvvrenç oturamam ben oraya diyeyim" istiyorum. Ya da arkadaşlar toplaştığında herkes bira içerken, meyve çayı içeyim istiyorum. Ya da ya da çarşıda yürürken kafama su şişesi atan dersane öğrencilerine bağıra çağıra küfür etmek yerine, saçım bozuldu diye gözlerim dolsaydı istiyorum.

Peki niye böyle istiyorum?

***
Çok istiyorum,

Bazen Mustafa abiyi ya da herhangi birilerini öldürmeyi çok istiyorum. Kediler kızdığında sırtlarındaki tüyler diken diken olur ya ben de öyle oluyorum O'nun yüzünden. Silahım olsa ve öldürmek eylemi iki ayrı cihanda suç olmasa önce Mustafa Abiyi vururum. Sonra dün akşam otobüs durağında boş yer yokmuş gibi önüme dikilip görüş açımı poposuyla sınırlayan ablayı vurur görüş açımı genişletirdim.

İşte dünya o zaman yaşanılası bir yer halini alırdı.

Ne oluyo lan?

***
Bence,

İsmail YK Türkiye'nin 50 Cent'i dir, Snoop Dog'udur, Britney Spears'ıdır. Herşeyidir.

Çok mu alakasız oldu?

***
Genellikle,

Gıcıklık yapan, ortamda bana ya da başka birine laf sokan, küçük düşürmeye çalışan insanlara söylenebilecek şahane sözleri söyleyemiyorum ya da bu sözler aklıma hep sonradan geliyor. Böyle olunca kendime sinir oluyorum. Birilerine laf sokma aşkıyla yanıp tutuşanların ise gaz odasına gönderilmesi taraftarıyım.

Psikopata bağlanmak bu mu oluyor acaba?

***

Kuşlar, çiçekler, deniz falan ne güzel sevelim sevilelim hayat sevince güzel lan valla bak.

***

O değil de,

Hayat ne garip lan, vapurlar falan.


***

* Zardanadam şarkısıdır.


25 Aralık 2009 Cuma

Benim de söyleyeceklerim var

Karikatürlerindeki ayrıntıları pek sevdiğim, çizdiklerinde genelde çocukluğuma ait birşeyler bulabildiğim Umut Sarıkaya'nın "Benim De Söyleyeceklerim Var!" kitabına başladım bu sabah ve çok sevdim. Kitaba bu sabah başlamama rağmen neredeyse yarısını okudum. Bu akşam büyük ihtimalle bitiririm.

Kitabı sevmemin en büyük nedeni, bir kitap okuyormuş gibi değil de çok yakın bir arkadaşım, güzel de bir ortamda bana başından geçenleri, hislerini anlatıyormuş gibi hissetmem sanırım.
Sonra kitabın kapağı güzel. Dizleri çıkan picamalar. Ne sinir bozucuydu onlar yahu :)

Arka kapakta kitabın içindeki bir yazıdan yapılan alıntı zaten kitabı almama sebep olmuştu.

Ellerine sağlık Umut Sarıkaya'nın afiyetle okuyorum.

24 Aralık 2009 Perşembe

Falan Filan*



- 2010 Mayıs ayına kadar evlenen, nişanlanan falan olursa çok pis döverim. Evlenmesin kimse artık yeter. Bezdim, zaten sevmem düğün ve düğünümsü şeyleri. Hayatımın düğüne gitme rekorunu kırıyorum. Bir de masraflı iş anasını satayım.

- Oje sürmek kadar lanet bir iş yok. Tek parmağımı altı kere sildim tekrar boyadım. Sinir krizi geçirmeye başladım, elim ayağım titriyordu. İnat ettim yine de sürdüm. Başardım ama başarmanın heyecanıyla ojeyi döşemeye döktüm. Tabi döşemeyi temizlerken yine aynı parmak ama bir tek o bozuldu. Bu kez toplamadım dağınık kaldı. Yoksa beni toplamak için bir ekip gerekecekti.

- Kadından Kentler'i okurken otobüste uyuyakalmışım, rüyamda kitaptaki kadınları görüyordum. Bir hikayedeki kadın öteki hikayedekinin saçını başını yoluyordu. Senin hikayen niye benimkinden uzun diye. :) Ne çirkef kadınlar var yahu. :)

- Selim İleri kitapları beni hiç sarmadı. Pek sevemedim. İlk defa bir kitap çantamda iki haftadır yüzüne bakılmadan duruyor. Yazarı tavsiye eden, yazarla adaş arkadaşıma teessüflerimi sunarım. ( teessüfü doğru yazdım mı ki? )

- Babam akşamları geldiğinde ilk iş kumandaya sarılıp Lig Tv'ye geçiş yapıyor, üstüne bir de beş yaşındaki ultra yaramaz velet piçliğinde sırıtmıyor mu? Allah'ım... Eşşek sudan gelene kadar dövesim geliyor.

- Ohhh yendi ya Gassaray Trapzonu canıma değsin. :)

- Futbol konusuna girmişken bayılıyorum ben bu Erman hocaya yahu :)
- Otobüslerde tepeme dikilip "şimdiki gençlik ölmüş!!! utanmaz bunlar!! saygı kalmamış ki!!" ve benzeri cümleler kuran yaşlı teyzelere yer vermiyorum. Şikayetçi insanı sevmiyorum. Zaten "bi teyze gelse de yer versem Allah'ımm ne olur lan" gibi temennilerle otobüse binmiyorum. Farkedersem seni zaten kalkarım ama dırdır ediyorsun ya teyze kaybediyorsun beni.

- Bir de otobüs insanı arasında "öff çok kalabalık.. amannn öfff pöffff.. aman bayıldıhk.. çoh sıhıştıhk" şeklinde şikayet eden insanı falakaya yatırıp ardından kırbaca vurmak istiyorum. Binme abicim.. İstanbul burası ülkenin en kalabalık şehri, iş çıkış saatinde binme otobüse. Ayrıca binbir tane seçenek var. Git başka birini kullan götünü yaya yaya git sıhışmadan.

- Bu arada gıcık falan ama severim keratayı, baba sonuçta atsan atılmaz satsan kimse almaz.

- Sabah 07:30 da otobüse biniyorum, o saatte bile özene bezene yapılmış makyajlı, saçı başı süper hatun kısmısını görüyorum. Kadınlığımdan utanıyorum resmen. Ben ne giydiğimi bile iş yerine gelip ikinci çayımı içince farkediyorum.

- Bir arkadaşımın kaynanasını öldürsem kaç yıl yerim? Nedir bu torun merakı yahu? Ben daraldım yahu!!!

- Sanırım bir köpeğimiz olacak. Evdekilerin haberi yok ama ben, belediyede çalışan tanıdığımızın bahsettiği köpek için "getirin yaaawww bakarız" dedim. Sevgili ebeveynlerim duruma ne der bilmiyorum. Büyük ihtimalle kedilerim ve köpekle beraber beni barınağa bırakırlar.

- Bir ara yardımlaşma derneği gibi birşey kurmaya niyetlenmiştik bir arkadaşımla. Çok iyi para var onlarda. Kurban paralarını da götürmüşler. Neyse ben de artık bir daha ki bayrama "SEVGİ CÖRTLEMESİ YARDIMLAŞMA DERNEĞİ"ni kuruyorum.

- Koca sene depresyonla geçti anasını satayım.

- Bir yaş daha bitti bitecek. İnsanın hissettiği yaşta olması ne fena lan 24 biterken 80 bitiyormuş gibi hissetmek.

- Arnavut biberi denen biberden turşu kurma işini akıl eden insanı alnından öpüyorum. Allah ondan razı olsun.

- Bir tanıdığımın bebesi oldu bir kaç ay önce, bebe ana rahminden düşer düşmez fotosunu da feyzbuka koydular. Hatta doğalı hemen her gününü takip ettik feyzbuktan. Garip.

- Aslında garipsediğim birşey de babamın amcası. Feyzbukta arkadaşız kendisiyle, bakıyorum videolar falan paylaşıyor. Bir video bile paylaşmışlığım yok utanıyorum gençliğimden.


- Kedi dediğin yaratık insana sözlü ve patili olarak karşılık verir mi? Pıncır beni deli etti geçen hafta sonu ben ona bağırdım o bana. Hatta ben bağırıp onu azarladıkça tırmaladı beni. Resmen kavga etti benimle. Bu kedinin içine insan kaçmış çok eminim.

- Dürüm olsa da yesek! Taksim'e gidek acılı dürüm yiyek. Bira içek. Konuşak. Çenemiz düşsün. Düşmesin lazım olacak sonra çünkü şarkı söyleyeceğiz. "çok zor günler geçirdim vaktiyle" onu söyleyelim. "bir akşam çıkıp gelsen ölmezsin yar/ölümlerden ölüm beğen öleceğim yar"

- Zeki Müren'i kanlı canlı dinleyebilen insan var ya dünyanın en şanslı insanı benim gözümde.

- Yeter bu kadar şimdilik.

*Falan Filan Redd şarkısıdır. Dinlenesidir. Çok yaşa Redd. Seviyorum seni Redd. :)

23 Aralık 2009 Çarşamba

Kedi Hayvanıyla Yaşamanın Dayanılmaz Yanları


Simon Tofield sağolsun yaşadıklarımızı "eksiği var fazlası yok" denecek şekilde anlatıyor çizgileriyle.

Benim ızdırabımı dörtle çarpın. :)




21 Aralık 2009 Pazartesi

Yakınız ne kadar uzak olsak da




Dilime bir şarkı takılır... Takılı kalmış plak misali döner durur beynimde. Uyumaya çalışırken o şarkının müziği eşlik eder çitten atlayan koyunlara. Uyandığımda onu mırıldanmaya başlarım. Bütün gün dinlerim. Her seferinde ilk kez dinliyormuş gibi olurum.

Günlerin anlam ve önemine uygun oluşuna istinaden mi beynim bu şarkıya takıldı acaba?Bilmiyorum.

Bir de...

Ben var ya acayip şanslıyım.


17 Aralık 2009 Perşembe

11 Aralık 2009 Cuma

Kentler Kadından-Kadın Kent

Ressam: Modigliani


Murathan Mungan'ın Kadından Kentler kitabını okudum en son. Farklı kentlerdeki, farklı kadınların hikayelerinden bir parçayı alıp zihnimin bir köşesine koydum.

Kitabı okurken kitaptaki kadınların yanısıra uzun bir otobüs yolculuğu sırasında yanıma oturan kadınların hikayelerine ortak olmak, okumak değil de dinlemek enteresan bir tesadüf oldu benim için.

Suratımda anlat bana diyen bir ifadeyle mi dolaşıyorum bilmiyorum ama çok sık gelirdi başıma böyle şeyler. İnsanlar bana sürekli birşeyler anlatır. Uzun zamandır kulaklıklarımı takıp kafamı kitabıma gömdüğüm için kimseyle muhatap olmadan gidip geliyordum yolu. Kulaklıklarım bozulunca üç kadın tanıdım, biri 22 yaşında, ikisi 50'li yaşlarında.

22 yaşında olanın biri 5 diğeri 2 yaşında iki çocuğu var. Ama kendisi çocukluktan çıkamamış o kadar belli ki her halinden, tavrından, sesinin tonundan.

- Kaç yaşında evlendin sen?
- 15 yaşında evlendim.
- Acelen neydi be güzelim. İsteyerek mi evlendin ?
- ...

Sustu. Susar tabi sanki bilmiyorum küçücük kızlara "istiyor musun?" diye sorulmadan evlendirildiğini. Densizlikti biraz yaptığım. Ayrılıyormuş kocasından, işsiz güçsüz, evden çıkıp günlerce gelmeyen bir adammış. İki çocuğuyla ailesinin yanındaymış şimdi. Ben indim, O kaldı otobüste daha gidecek çok yolu vardı. O kadar çocuk, bir o kadar da kadındı. Garipti.

Sonra Gül ablayla tanıştım. Konu trafiğin sıkışıklığından, kocasının O'nu bir Rus kadınla aldatıp ayrılmalarına, evli olan kızıyla, askerdeki oğluna olan aşkına nasıl geldi anlamadım. Hem anne, hem baba olmuş Gül abla. Okullar bitirmiş bir kadın değil, temizlikçilik yaparak büyütmüş çocuklarını. Bir iş görüşmesine gitmek için otobüsteydi. Kocası diğer kadınla evlenince karşısındaki kadına hiç kızmamış. "Ben malımı biliyorum" dedi. Kadının çocuğu gelip kalırmış O'nda anne dermiş O'na. Oğlu da çok severmiş kardeşini. Çocukları babalar gününü de kutlarmış "sen hem anne hem baba oldun bize" diyerek.

Gül ablanın yüzünde yorgunluk vardı. Bir yandan tek başına iki evlat yetiştirmenin başarmışlığı. Anne olmak böyle bir şey herhalde dedirtti bana.

Bir de dün akşamki hanımefendi, bakın hanımefendi diyorum. Gerçekten çok kibar eski İstanbul kadınlarını andıran bir havası vardı. Açık mavi gözleri, kısa saçlarındaki saç bandı ve koyu renkli ruju ve sevimli içten gülüşü ile çok tatlıydı. Yol boyunca oğullarından, annesiyle babasının ayrı olduğundan ve O'nu babaannesinin büyüttüğünden bahsetti. Kocasının çok geçimsiz bir adam olduğundan yakındı. Elimdeki kitaba bakıp kocasının da kitaplara çok düşkün olduğu, bir oda dolusu kitabı olduğunu anlattı. Ve aldatılışından bahsetti. "İki ay evi terkettim, çok yalvardı dön diye. Ben de boşanmış ailenin çocuğu olduğum için çocuklarım aynı şeyi yaşamasın istedim. Döndüm." dedi.

Bir simit aldı otobüsün içine dalan seyyar satıcıdan. Benimle paylaştı. Hem simidini, hem geçmişini benimle paylaştı. Bense dinleyiciydim her zamanki gibi.

O köprü çıkışında otobüsten indikten sonra çok düşündüm, daha önce de oldu hiç tanımadığım kadınlar nasıl aldatıldıklarını, nasıl kötü muamele gördüklerini, nasıl aldattıklarını anlattılar bana. Bir daha hiç görmeyecekleri birine. Sonra anlatmak, içimi dökmek konusunda ne kadar başarısız olduğumu anımsadım. Bu başarısızlık için de bir tuğla koydum duvarıma.

Kadından Kentler bitti. Hikayelerdeki kadınlar birbirinden habersiz Esenler otogarında geçip gittiler birbirlerinin yanından. Diğer üç kadın gibi onlarda geçip gittiler hayatımdan.

Kitabı kapatırken kitabın arkasında ne zaman yazdığımı bir türlü hatırlamadığım birkaç satır gördüm.

"Ben içimi dökmeyi pek beceremem. Belki de o nedenledir, bugün boruları kurum dolmuş bir soba gibi tütüp duran soğukluğum."

Belki de dökülmüş içimin boşluğudur bu hal.

Bilemiyorum.

Bildiğim bu kentte, belki de diğer tüm kentlerde hemen her kadının hikayesinde tüm hayatına yayılan bir hüzün var. Modigliani tablosu gibi her kadın biraz.

Bu kent de kadın gibi biraz ve bu sabah İstanbul hanımefendi kendine en yakışan rengi giymişti. Gri ve yağmurlu. Çok seviyorum O'nu bu haldeyken...

9 Aralık 2009 Çarşamba

ayıp!

Google'ın Türkiye'ye büyük ayıbı!

Google'ın sözlük hizmeti sessiz sedasız hizmete girdi. Birçok dile bünyesinde yer veren Google Dictionary'de Türkçe dilinin olmaması ise büyük şaşkınlığa neden oldu.

Bende şaşkınlık yaratan ise; Türkiye'de okullarda Türkçe eğitim yerine İngilizce eğitim verilmesi. İstanbul'da Türkçe tabelaya rastlayamamak. Etrafta İngilizce-Türkçe karmaşık, anlamsız bir dille konuşan insanlar görmek. Boktan bir işe bile İngilizce bilmediği için alınmayan insanların var olması ve buna benzer bir sürü şey...

Türkiye'nin dili böyle giderse İngilizce olacağı için pek de ayıp etmiş olmasa gerek Google. Bence adamlar büyük ihtimalle şöyle düşündü; Türkçe dediğin nedir ki şurada bir kaç sene sonra yok olacak zaten.

Ayıpmış peh!!!


4 Aralık 2009 Cuma

Depresif de Olurum Kitap Kurdu da


Bay Pipo'yu okumayı bıraktım.Üzerine yarım bir K dergisi, iki adet karikatür dergisi okudum ve defalarca başlayıp bitiremediğim, okuyamadığım tek kitap olma özelliği taşıyan Murat Uyurkulak'ın Har romanını bu kez bir solukta okuyuverdim. Çok da sevdim. Aslında bitmesine az kaldı bitmiş gibi konuşmayalım kitabın arkasından. Ölmemiş insanın ardından ölmüş gibi konuşmak oldu bu. Niye okumamışım ben bu kitabı daha önce diye dertlendim. Yok aslında dertlenmedim bu konuya hiç takılmadım sadece saçmalıyorum.

İnternetten bir kaç kitap sipariş ettim. Biliyorum kitap kokusunu içine çeke çeke eski bir kitapçıdan almak varken internetten almak saçma. Ama bu sıra böyle...

Uzun zamandır bir Atilla Atalay kitabı okusam derdim kendi kendime fırsat olmadıydı ben de dedim fırsat bu fırsat yaratayım fırsatı. Üç vakte kadar kargo gelir inşallah ben de kitaplarıma kavuşurum. Pek sabırsızlıkla beklemekteyim kendilerini. Derken geldi kitaplarım.


"Yalnızlık herhalde, bir insanın saklamayı düşündüğü en son şey olmalıdır. Fakat yine de konuşulsun istemezsiniz. Size öyle öğretilmiştir, ayıptır çünkü yalnızlık. Yetken "deli" diyen de olur, "Bakma sen, bugünlerde en düzeyli ilişki, yalnızlık aslında" derken gözlerinize "Seni aklına çaktığımın manyağı seni, kimbilir ne arızan var ki, kimselerle geçinememişsin, ısırsa bana da bulaştırır mı acaba" gibisinden bakan da. Oysa sanıldığından çoktur yalnız nüfusu; kişi başına bir yalnız düşer."

Baktım öleceğim yok ben yine de gömüyorum kendimi, ama kitaplara. Hepsi ilk defa okuyacağım yazarların kitapları. Yedi adet kitap var beni bekleyen. Hoş dördünü ben bekliyorum hala.


Ve müzik... Redd'den dinliyoruz tekrar tekrar... Bu haftanın şarkısı olsun.
Dünya bir roman mı ki? Kahraman olmak lazım illa ki.


Hayatımdaki kahramanların, kötü adamı olarak size sakin bir hafta sonu ve ardından iyi bir hafta diliyorum. Kötü bir adamdan beklenmeyecek jestler yaparım ben arada böyle. Kötülük demişken o da o kadar lanet birşeydir ki yapıştımıydı gitmez adamın üzerinden.


3 Aralık 2009 Perşembe

Sen de beni benim kadar özledin mi?



Biz bu şarkıyı ilk Haluk Levent'ten dinledik. Çok sevmiştik. Sonra F.D. 'den dinledik hayran olduk.

"aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek ne kadar acı, ne kadar komik" ve bana ait şu sıralar.

O değil de bir Haluk Levent vardı ne oldu?

Bize ne oldu?

Bana ne oldu?

?

Sabah Sabah



Tv'deki hoca: Cehennemm şöyledir. Böyledir... Ateş.. Höytt...


Sabah haberleri izleyip evden sinir olmuş şekilde çıkmayı seven insan: Anne haberleri açsana yaaaa...


Namazında abdestinde dindar anne: Dinle dinle ne diyor adam. Öğren cehennemi..


- Ama anneeaaa ben süprüzü kaçsın istemiyorummm. :)


- Babası kılıklı münafık. :)
*karikatür; tabi ki Yiğit Özgür.

1 Aralık 2009 Salı

Ağaçlardaki Düş Sevdalarım*



Tek katlı evin hali hazırda bulunan tek katının camındayım. Hemen her Allah'ın günü sigaramı yakıp dört mevsime bu camdan bakıyorum.


Cam ise çoğunlukla hali harap olan bir bahçeye bakmakta. Camın tam karşısında bir elma ağacı var. Bir gözü mavi, bir gözü kahverengi, beyaz sakallı bir adam dikti onu oraya. Nedenini bilmiyorum ama adamın kafamda kalan en net görüntüsü o ağacı dikerkenki hali. Küreği tutuşu, fidanı özenle dikişi, can suyunu verişi...


Ne büyümeyi becerebildi bu ağaç, ne de yitip gitmeyi. Ne meyvesinden hayır vardı, ne de gölgesinden.


Ama gel gör ki ağacı kesmeye kimsenin eline gitmedi. Bir gözü mavi, bir gözü kahverengi adamın hatırası vardı ağacın dallarında. Sanki ağaç adamın mirasıydı. İçten içe onu kemiren kurtlara aldırmadan her bahar çiçek açtı. Tam kesmeye karar verdiler, yeni dallar uzattı. Kıymayın bana der gibi... Kıymadılar ona.


İçini kemiren kurtlarıyla tam karşımda duruyor hala.


Bir ayna gibi.


* Ağaçlardaki Düş Sevdalarım, Düş Sokağı Sakinleri şarkısıdır.