30 Haziran 2009 Salı
Hasta ve Yastayım
25 Haziran 2009 Perşembe
Neden Acaba?
23 Haziran 2009 Salı
Delireyazdım.
Sabah yine binbir zorlukla kalktım yataktan. Yazın daha bir bezgin oluyorum niyeyse. On dakikalık yolu yirmi dakika da yürüyüp, otobüs durağına varır varmaz oturacak bir yer kestirdim gözüme. 50 yaşlarında 150 kilo ağırlığında hırıltılar çırarak yürüyen ve bulduğu yere kendini "pat" diye bırakıveren, çirkin bir kadın gibi hissediyorum kendimi.
Otobüs yine dolum kapasitesini zorlar biçimde geldi. Arkası gelmeyen arkaya ilerlemelerin akıntısına kaptırdım kendimi. Otobüsün en sonunda oturacak bir yer buldum. Şanslıydım, zaten şansım böyle saçma yerlerde yanımdadır. Kitabımı okumaya başladım. Aslında bu kitabı okumaya dün başladım. Ama yine odaklanamadığım için dün okuduğum sayfalar fluydu.
Vira Bismillah diyerek yeniden başladım. "Rüyamda bir uçan balon görüyorudum. Rengini seçemiyordum ama gökyüzü gıpgri, bulutlar bembeyaz, güneş de sapsarı olduğuna göre, gıpgri, bembeyaz ya da sapsarı dışında bir renk olmalıydı muhakkak." diye başlıyor kitap. Hiç anımsamıyorum böyle olduğunu. Eskiden olsa unutmazdım.
Hava sıpsıcak, otobüs dopdolu, trafik sıpsıkışık. (Sonuncusu pek olmadı galiba. Neyse...) Gitmeyen bir otobüste yolculuk olmayacağı için inip yürümeye başladım. Aslında indiğimde varacağım noktaya yakın bir yerde olduğumu zannederek indim. Değilmişim. İnsan yıllardır gittiği yolun neresinde olduğunu bilmez mi? Otobüsle kat ettiğim yol kadar yürüdüm. Elimde kitabım, parmağım kaldığım sayfada. Minübüsteki şişman kendini anlatıyor. Otursam hikaye olacaktı ilerleyen.
Uzun uzun yolları katettikten sonra yüzyılın projesinin durağındaydım nihayet. Ve uzun uzun bekledikten sonra tanımadığım insanlarla hayli samimi olarak, bunalarak, boğularak, delireyazarak ve bayılmamak için kendimi zor tutarak, o otobüsten inip bir diğerine iltica ederek. Uzun yollar, üç vesait hayli yorgunlukla iş yerine vardım.
Kitap minübüsteki şişman kadının hikayesinde kaldı. Aklımdan "acaba her büyük şehirde de aynı çile hergün ve yıllardır yaşanmakta mıdır?" diye geçti. Parası bizim ceplerimizden çıkmış olan 150 metrobüsten acaba bugün kaçtanesi yoldadır diye düşündüm. Ağaçların altında uyuyan kediyi görüp "hayatlarımızı takas edelim mi len? hadi n'oooolurr n'oolur" diyesim geldi. Çalışmak için çektiğim bu kadar eziyetten sonra bile cebimde 5 kuruş olmaması canımı sıktı. Bir gün bir gaspçı param olmadığı için öldürecek beni diye korktum. Parayı biz mi yiyoruz, yoksa para mı bizi yiyor? Son zamanlarda çok takılıyor bu soru aklıma. Bu akşam spor çantamı hazırlayıp bir süreliğine avrupa yakasında yaşayan candostum'a yerleşmeye karar verdim. Evden uzak olmayı sevmiyorum. Dinlenemiyorum.
Bu sabah resmen delireyazdım. Daha bir sürü saçma şey geldi aklıma. Hayattan, İstanbul'dan, kendimden, işimden(ondan zaten nefret ediyorum ama bu sabah iki katına çıktı.), herşeyden nefret ettim. Zaten yorgunum, bezginim. Herkes aynı, herkesin yüzünde aynı bezgin ifade var. Meclis gibi tüm ülke üç ay tatil olsa. Anca kendimize geliriz.
Yoksa delireyazmakla kalmaz deliririz. En azından ben deliririm söyleyim şimdiden. :)
19 Haziran 2009 Cuma
Mutlu Olmak İçin Bir Neden
17 Haziran 2009 Çarşamba
Masal Kahramanı Olsam
Bir Cumartesi akşam üzeri tek başına şarap içip, dertlerinden sarhoş olan kadının,
On sene önce minicik patileriyle hayata tutunmayı başarıp gözbebeğim olan güzel kedinin, hep aklımda olduklarını bilmelerini isterim...
Resimler: Toygun Orbay
Rosina Wachtmeister
16 Haziran 2009 Salı
Sabır
Renklerden gökyüzü aydınlığının hemen yanı başında duran ruh karanlığı çökmüş durumda omuzlarıma. Hani bıraksalar kaybolacağım o karanlıkta. Bir bıraksalar... Bırakmıyorlar işte.
Oysa benim kaybolasım var.
Bugün ne şarkılar güzel geldi kulağıma ne de sessizliği çekebildi kulaklarım.
Niyedir bu sürekli "mış" gibi yapma ihtiyacı. İyiy"miş", mutlu"muş", hoş"muş", memnun"muş" gibi davranma mecburiyeti nerden geliyor. Mevlana'nın tek bildiğimiz sözü demez mi ki "ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol." Kolaysa ol. Hadi olda göreyim.
Şimdi yola çıkacağım, en az bir buçuk saat yolda geçecek. Okuyacak kitap da yok elimde. Sıkılacağım, bunalacağım, daralacağım, hayatıma küfredeceğim... Zaten hava sıcak. Hiç sevmiyorum yaz mevsimini. Yazın iki kat fazla sevmiyorum İstanbul'u.
Bıktım... Başkaları için uğraşmaktan.
Sinirliyim... Henüz nedenini bulamadım ama sanırım yorgunluktan.
Sabır... Ya sabır...
15 Haziran 2009 Pazartesi
Ösym Gözümü Ye!
Bu muhteşem duyguları yaşayanlardan birisi de benim kardeşimdi. Sınava girerken yanında ben vardım. Endişeli aile rolüydü bu seferki rolüm. O kadar kötü oldu ki O'nu ilk kez böyle gördüm diyebilirim. Gözlerim doldu haline. Çocukcağız on yaş yaşlandı gözümün önünde.
Arada kediciğe su koymak için kap arama dışında yerimden kalkmadığım için çok kısmi şekilde bronzlaştım. Amele yanığı olarak tabir ediren şahane yanıklarım oldu. Ensem çok acıyor. :)
Sınavın bitişine yakın kediciğe bulduğum eti puf kaplarıyla su ve bolca mama bırakıp vedalaştım. Onları ordan alıp eve götürmeyi çok isterdim ama mümkün değildi. Aklım hep onda.
Okul kapısının önünde endişeli kalabalığa karıştım bu kez kimseyle muhabbet etmek gelmedi içimden. Aileler çocuklardan daha endişeliydi daha sıkıntılı. Tam zoraki sokulduğum bir muhabbetten kaçmaya çalışırken kardeşim sınavdan çıktı. O an gözüme pek sevimli göründü. İlk cümlesi "keşke daha fazla önem verseydim çalışmaya" oldu. Hayatının keşkelerini sıralamaya başladı. Bu kafayla devam ederse daha çok keşkesi olacak.
Benimde içimden bir keşke geçiyor. Keşke world of warcraft bölümü olsa da kardeşim üniversiteli olsa. :)