İlk kedimiz sarı - beyaz uzun tüylü, güzeller güzeli Saraylı'mızdı. Doğru dürüst fotoğrafı yok maalesef. İsmini kendisi seçti o da diğerleri gibi. Hiç bir yemeği beğenmediği için annem O'na saraydan gelmiş herhalde bu derdi. Aslında tam da aksine bir çöp konteynerinin içinde bulmuş kardeşim O'nu. Çöpte bulunan bir Saraylı'ydı.
Hatırlarsın belki Oya-Bora ikilisinin bir şarkısı vardı Saraylı diye.
2006 yılında aramızdan ayrıldı. Kalktı gitti Saraylı. Dikiz aynası kalaylı.
Şeker Hanım Saraylı'nın üzerine kuma geldi. Ama çok sevdiler birbirlerini. Şeker'in varlığı O'nu hiç rahatsız etmedi. Şeker Hanım'ı evimizin yakınındaki boş bir arazide
ölmek üzereyken buldum. Kardeşleri ile beraber bir kutuya konuşmuş ve atılmıştı. Diğerleri ölmüştü fakat O hala nefes alıyordu. O günden sonra 10 sene daha yanımızda, koynumuzda nefes aldı sonra 27 Ekim 2009 da son nefesini verip bizi koyup gitti.
Şeker bizim prensesimizdi. O'nun bir önceki hayatında bir prenses olduğuna ve daha sonra dünyaya bir kedi olarak geldiğine inandık her zaman. Hali, hareketi, yürüyüşü, duruşu tam bir prensesti.
2005 yılının Haziran ayında yorgun, argın ve bitkin olarak eve döndüm. Annem kapıyı açar açmaz komşunun bahçesine çocukların bir kedi attığını ve kedinin de ağlayıp durduğunu söyledi. Hemen bahçeye gittim ve kocaman mavi gözleriyle suratıma bakıp miyavlayan bu sarı yaratığa aşık oldum. Mavi gözler zamanla renk değiştirdi ama O'na olan aşkım hep aynı kaldı.
Sadece ben değil elbette. Pıncır çok ayrı ve özel bir kedidir. Tam bir baş belası ve aynı zamanda munis bir kedidir. Bir bakarsınız gözlerine bir canavar görürsünüz. Bir bakarsınız yaramaz bir çocuk. Bir bakarsınız sevgi dolu bir kedi.
Evimizin fertleri dışında akrabalarımızın da favorisidir Pıncır. Herkes O'nu çok sever.
Every body love's Pıncır. :)
Pıncır ve Şeker Hanım'ın meyvesi Fındık nam-ı diğer; Dilber. Fındık da ismini kendi seçen kedilerden. Daha minicikken köyden gelen fındık poşetlerini bulur ve fındık çalardı içinden. Sonra tıkır tıkır oynar, kaybeder ve yeniden çalardı. Çok severdi fındıkları biz de O'na Fındık dedik. Dilber ise sonuna kadar hakettiği lakabı. Alımı, cakası, muhteşem güzelliği ve her daim herkese mesafeli duruşu ve ayrıca boyalı dudakları ve burnundaki beni ile tam bir Dilber O. :)
Fındık'ın karındaşı E.T.
O kadar çirkindi ki minicikken o yüzden O'na E.T. adını verdim. Sonra büyüyüp güzelleşince utandırsa da beni huyu suyuyla bir uzaylı olduğunu kanıtladı geçen yıllar içinde. Yani O da ismini sonuna kadar hakedenlerden. O bizim en geveze kedimiz. İstediğini yaptırana konuşur, size cevap verir, gecenin bir yarısı mutlaka uyandırır dışarı çıkmak ister. Evin en garip yerlerinde ve garip şekillerde yatmaya bayılır.
Çok uzun yapılı bir kedi olduğu için kendisine "Uzun" diye sesleniyoruz bazen. Bazen sol gözünün üstünde bir kaş gibi duran ve O'na acıların çocuğu izlenimi veren çizgisi yüzünden "Tek kaş" ya da "Acıların Çocuğu" dediğimiz de oluyor. Zaten Pıncır hayatını zindan ettiği için "acıların çocuğu" lakabı da kendisine pek uyuyor.
Sonra bir de Zekai var. (Tek başına bir fotoğrafını sonra ekleyeceğim iş yerindeki bilgisayar da yokmuş.) O'na bizim diyemiyorum çünkü o tam bir sokak kedisi. Evle tek alakası yemek. Laf dinlemez, yaramaz, kımıl zararlısı bir yaratık. Üstüne üstlük bir de çirkin. :)
Yine de çok seviyorum O'nu. Hatta şu sıralar beni en çok güldüren Zekai. Ne isim koyalım diye aranıp dururken, bir isim yakıştıramayıp sıkılınca "aman Zekai olsun hehehe" şeklindeki espiri sayesinde takıldı dilimize Zekai ismi. Bir kaç gün sonra babam da "Zekai" diye seslenince tamam dedik istesek de değilmez artık bu isim. Çok yakışıyor ona ama. Garip bir kedinin ismi de garip olmalı. Şimdi O'na "Pırtık, Tontiş" falan deseydik Üzerinde garip duracaktı.
Mahallenin iflah olmaz, çakır gözlü, sümüklü, cebinde sapanıyla dolaşan baş belası veletleri vardır ya hani. Heh ! Zekai o işte. :)
Hepsinden bahsedersem hiç susamam. Aslında hayatımın ilk kedisi simsiyah ve yemyeşil gözlü bir kediydi. Adı da Ceyar'dı. Sonra o gitti başka bir siyah kedi geldi. Ondan sonra bir başkası siyah kediler bizi uzunca bir süre yalnız bırakmadı. Ve siyah kediler hep Ceyar'dı.
Sonra evim ile babaannemin evi arasında gidip gelirken, mahalledeki iş yerime giderken yollarda beni hiç yalnız bırakmayan, geceleri babaannemin evinin önünde beni bekleyen kediler vardı.
Yani hep vardılar, hep olacaklar.
(Ve ben bu muhteşem sevgiyi anneme borçluyum. Çünkü o öğretti bana bir kediyi, bir kuşu, bir ağacı sevmeyi.
Teşekkür ederim annem. Petetem. :) )
2 yorum:
Bilge Karasu'nun Kedili Meryem'ini bloğa aldım mı almadım mı hayırlayamadım şimdi. galiba almadım. en kısa zamanda alıntılayayım onu. döner döner okurum çünkü.
Lağımlaranası ya da Beyoğlu kitabının gözümde canlandırdığı, en ince ayrıntısına kadar kendini ilmik ilmik ördüğü o kadın benim için yaşamış en güzel insanlardan biridir.
Sen bu sıpaları böyle anlatınca meryem düştü yine aklıma. sanki yaşama veda etmiş kediler, meryem'in peşisıra giden kediler kervanına katılır, Meryem hepsiyle ayrı ayrı ilgilenir nasılsa, hepsine ayrı özenir, diğer tarafta tanıdığım en iyi kedibakıcısı meryem'dir. Saraylı ve Şeker artık benim için onların arasındadır. Yüreğin rahat olsun, Meryem onlara gözü gibi bakıyordur oralarda.
Artık, bu reklamdan sonra hiç unutmam isimlerini Seval, ellerine ama en çok bunları gören gözlerine, yüreğine, sana bir nevi el veren annene sağlık...
sevgiler
petete teyzeme benden de selam olsun. evinizdeki tüm kedileri ve kedi sevenleri tek tek kucaklayıp öpüyorum.
ay lav yu ol len :)
Yorum Gönder