11 Aralık 2009 Cuma

Kentler Kadından-Kadın Kent

Ressam: Modigliani


Murathan Mungan'ın Kadından Kentler kitabını okudum en son. Farklı kentlerdeki, farklı kadınların hikayelerinden bir parçayı alıp zihnimin bir köşesine koydum.

Kitabı okurken kitaptaki kadınların yanısıra uzun bir otobüs yolculuğu sırasında yanıma oturan kadınların hikayelerine ortak olmak, okumak değil de dinlemek enteresan bir tesadüf oldu benim için.

Suratımda anlat bana diyen bir ifadeyle mi dolaşıyorum bilmiyorum ama çok sık gelirdi başıma böyle şeyler. İnsanlar bana sürekli birşeyler anlatır. Uzun zamandır kulaklıklarımı takıp kafamı kitabıma gömdüğüm için kimseyle muhatap olmadan gidip geliyordum yolu. Kulaklıklarım bozulunca üç kadın tanıdım, biri 22 yaşında, ikisi 50'li yaşlarında.

22 yaşında olanın biri 5 diğeri 2 yaşında iki çocuğu var. Ama kendisi çocukluktan çıkamamış o kadar belli ki her halinden, tavrından, sesinin tonundan.

- Kaç yaşında evlendin sen?
- 15 yaşında evlendim.
- Acelen neydi be güzelim. İsteyerek mi evlendin ?
- ...

Sustu. Susar tabi sanki bilmiyorum küçücük kızlara "istiyor musun?" diye sorulmadan evlendirildiğini. Densizlikti biraz yaptığım. Ayrılıyormuş kocasından, işsiz güçsüz, evden çıkıp günlerce gelmeyen bir adammış. İki çocuğuyla ailesinin yanındaymış şimdi. Ben indim, O kaldı otobüste daha gidecek çok yolu vardı. O kadar çocuk, bir o kadar da kadındı. Garipti.

Sonra Gül ablayla tanıştım. Konu trafiğin sıkışıklığından, kocasının O'nu bir Rus kadınla aldatıp ayrılmalarına, evli olan kızıyla, askerdeki oğluna olan aşkına nasıl geldi anlamadım. Hem anne, hem baba olmuş Gül abla. Okullar bitirmiş bir kadın değil, temizlikçilik yaparak büyütmüş çocuklarını. Bir iş görüşmesine gitmek için otobüsteydi. Kocası diğer kadınla evlenince karşısındaki kadına hiç kızmamış. "Ben malımı biliyorum" dedi. Kadının çocuğu gelip kalırmış O'nda anne dermiş O'na. Oğlu da çok severmiş kardeşini. Çocukları babalar gününü de kutlarmış "sen hem anne hem baba oldun bize" diyerek.

Gül ablanın yüzünde yorgunluk vardı. Bir yandan tek başına iki evlat yetiştirmenin başarmışlığı. Anne olmak böyle bir şey herhalde dedirtti bana.

Bir de dün akşamki hanımefendi, bakın hanımefendi diyorum. Gerçekten çok kibar eski İstanbul kadınlarını andıran bir havası vardı. Açık mavi gözleri, kısa saçlarındaki saç bandı ve koyu renkli ruju ve sevimli içten gülüşü ile çok tatlıydı. Yol boyunca oğullarından, annesiyle babasının ayrı olduğundan ve O'nu babaannesinin büyüttüğünden bahsetti. Kocasının çok geçimsiz bir adam olduğundan yakındı. Elimdeki kitaba bakıp kocasının da kitaplara çok düşkün olduğu, bir oda dolusu kitabı olduğunu anlattı. Ve aldatılışından bahsetti. "İki ay evi terkettim, çok yalvardı dön diye. Ben de boşanmış ailenin çocuğu olduğum için çocuklarım aynı şeyi yaşamasın istedim. Döndüm." dedi.

Bir simit aldı otobüsün içine dalan seyyar satıcıdan. Benimle paylaştı. Hem simidini, hem geçmişini benimle paylaştı. Bense dinleyiciydim her zamanki gibi.

O köprü çıkışında otobüsten indikten sonra çok düşündüm, daha önce de oldu hiç tanımadığım kadınlar nasıl aldatıldıklarını, nasıl kötü muamele gördüklerini, nasıl aldattıklarını anlattılar bana. Bir daha hiç görmeyecekleri birine. Sonra anlatmak, içimi dökmek konusunda ne kadar başarısız olduğumu anımsadım. Bu başarısızlık için de bir tuğla koydum duvarıma.

Kadından Kentler bitti. Hikayelerdeki kadınlar birbirinden habersiz Esenler otogarında geçip gittiler birbirlerinin yanından. Diğer üç kadın gibi onlarda geçip gittiler hayatımdan.

Kitabı kapatırken kitabın arkasında ne zaman yazdığımı bir türlü hatırlamadığım birkaç satır gördüm.

"Ben içimi dökmeyi pek beceremem. Belki de o nedenledir, bugün boruları kurum dolmuş bir soba gibi tütüp duran soğukluğum."

Belki de dökülmüş içimin boşluğudur bu hal.

Bilemiyorum.

Bildiğim bu kentte, belki de diğer tüm kentlerde hemen her kadının hikayesinde tüm hayatına yayılan bir hüzün var. Modigliani tablosu gibi her kadın biraz.

Bu kent de kadın gibi biraz ve bu sabah İstanbul hanımefendi kendine en yakışan rengi giymişti. Gri ve yağmurlu. Çok seviyorum O'nu bu haldeyken...

10 yorum:

. dedi ki...

hüzün.ya öncesinde yada sonrasında insanın hayatında bir yerlerde hep bekler.mesela benim hüznüm ...yaşandı bitti(mi)bitmez?

SeV@L dedi ki...

Hüzün, çıkmaz bir leke insanın hayatında anlaşılan.

geveze baykuş dedi ki...

yaz getireceğim sana, tüm borularını başaşağı çevirip kıçlarına pat pat vurarak dökeceğim kurumları. gelecek kış sıcacık olacaksın, portakal kabuğu kokacaksın is değil.

SeV@L dedi ki...

:) Sen beni ben seni ısıtır yaşar gideriz o vakit.

Canım benim sözlerin bile ısıttı beni. :)

ebruli günce dedi ki...

çok ama çok güzel bir yazıydı bayıldım,dolmuş borular için bilahare görüşeceğiz...

SeV@L dedi ki...

Teşekkür ederim efenim çok sevindim beğenmenize. :)

creep dedi ki...

yazacak bir şey bulamadım,defalarca okudum.
her gün yaşadığımız olayları, bu kadar sade, bu kadar etkileyici ve bu kadar da sarsan bir yazı ve seninle arkadaş olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.
Bu kadar güzel ellerin olan birisiyle tanıştığım içinde kendimi mutlu hissediyorum:))

SeV@L dedi ki...

Ben de bu güzel sözlerin karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. :)

Araya ellerimi de sıkıştırmışsın ya :))

Teşekkür ediyorum.
Çok sağol :)

manu dedi ki...

Aslında o kadarda başarısız değilsin içini dökme konusunda zira bu anlatılar (ki biz onlara sosyetik adalrıyla blog yazıları diyoruz)bir iç dökmedir.Senin o anlat bana ifaden dinle beni oluyor, otbüsünde burası ve bizde arada kulaklıkları çıkarıyoruz işte...
Gene ne diyorum ben yahu.

SeV@L dedi ki...

Çok doğru demişsin yahu :)