22 Eylül 2011 Perşembe

sayfa 13

...

Bir gün, bir akşam üstü, istasyonla Sergievi arasındaki tenha yolda ağır ağır yürüyor, Ankara'nun harikulade sonbaharını doya doya içime çekerek ruhumda nikbin* bir hava yaratmak istiyordum. Halkevinin camlarından aksederek beyaz mermer binayı kan rengi deliklere boğan güneş, akasya ağaçlarının ve çam fidanlarının üzerinde yükselen ve buğu mudur, toz mudur, ne olduğu belli olmayan duman, herhangi bir inşaattan dönen ve parça parça elbiselerinin içinde sessiz ve biraz kambur yürüyen ameleler, üstünde yer yer otomobil lastiği izleri uzanan asfalt... Bunların hepsi mevcudiyetinden memnun görünüyorlardı. Her şey, her şeyi olduğu gibi kabul etmekteydi. Şu halde bana da yapacak başka bir şey kalmıyordu. 


...


*nikbin : İyimser.




4 yorum:

Defter-i KebiR dedi ki...

Benim sorunum bu sanirim: kabullenme? Bu zamanlarin böyle gecmesi gerektigini ve her sürecin bir sonu olacagini bilmeliyim, sindirmeliyim. =DD
Ama zamaninda kabullenseydim harekette etmezdim, kalirdim kaldigim yerde...

Ooooof, herseyin bir yeri de var sanirim. Bilmiyorum karisik bir konuya el attin ve Seval :DD

SeV@L dedi ki...

Ben değil Sebahattin Ali atmış o eli.

Ama herkes için geçerli değil bu kabullenme durumu. Sen kabullenmemelisin çünkü olduğundan fazlasını yapabilirsin. Ben kabullenmeliyim çünkü ne yaparsam yapayım ne uzar ne kısalırım. Göreceli mevzu işte.

Defter-i KebiR dedi ki...

ne zaman elime gececeksen o zaman göreceksin gününü Seval Hanim! Ne uzar ne kisalirmis! Yerinde kabullenme denen ilkeyi gelince derinlemesine tartisalim!

SeV@L dedi ki...

Örnek verdim canım kızma hemen.

Uzayıp kısalmasam da acayip genişleyebiliyorum sonuçta :)