30 Eylül 2010 Perşembe

Hoşgeldin. Sefalar getirdin.



Babamın bir lise arkadaşı varmış, okul bittikten sonra uzun süre mektuplaşmışlar, sonra da bitmiş bir gün mektuplar. Kaybetmişler birbirlerini. Çocukken en çok o mektupları okumayı severdim. O kadar güzel ve o kadar hüzünlü yazardı ki babamın arkadaşı ben O'nun hiç tanımadığı hayranıydım. Tabi sonra tanıştım O'nunla ama orası ayrı hikaye. 


Bu hüzün dolu mektuplar yazan adam mektuplarını hep "Gamlı Hazan" diye imzalardı. "Hazan = Hüzün" denklemi o günlerden yerleşmiştir aklıma. Sonbahar hüzündü hep. Yemyeşil cıvıl cıvıl ağaçlar yapraklarını döküyor, gökyüzü maviliğini grilere bırakıyordu nasıl hüzünlenmesindi insan. Şimdi ne yalan söyleyeyim ben de uzunca bir süre sonbahara hüzünlü yakıştırması yaptım. Ama gamlıydı hazan, o hüzünlü mektupları yazan adam öyle diyordu. Sonra şairler, sonra yazarlar... herkes aynı fikirdeydi. Mesela annem çocukluğunda köyünde kocaman ağaçların sonbahar rüzgarıyla savrulan yapraklarını anımsıyor. "İçimde nedeni bilmediğim bir acı oluyor" diyordu.


Fakat sonra farkettim ki benim için durum çok farklı, baya baya aşığım ben sonbahara.  Güneşli, sıcacık bir yaz gününde kıpır kıpır olur ya insanın içi, işte benim içim de yağmurlu, serin, gri bir gökyüzünün üzerimi örttüğü günlerde kıpır kıpır oluyor. Neşeleniyorum resmen, içim huzurla doluyor. Gariplik mi bu? Ama birileri sevmeli sonbaharı ona da yazık değil mi? Dökülen yapraklar hüzünlü gelmiyor bana, serinleyen hava canımı sıkmıyor ve yağmur... Bence bu mevsimde kitap okumak güzel, bu mevsimde şiirler daha da güzel ve kediler daha da sokulgan. Mırıl mırıl...


Kimse sevmese de ben severim sonbaharı herkesin kovalayıp, hor gördüğü sokak köpeklerini sevdiğim gibi, sarılırım boynuna.  Buyursun gelsin misafirimiz olsun başımızın üstünde yeri var. 











Benim en sevidiğim söz, senden duyduğum bendir. 
Hep yinelediğim söz , sana koyduğum bendir.
İyi olmak adına bilgiç olmak istemem. 
Seni senlediğim söz, bir-bir oyduğum bendir.

Özdemir Asaf






29 Eylül 2010 Çarşamba

Come Sail Away *



Dün akşam nasıl güzel geçtiyse bu sabah aynı orantıda berbat hissediyorum kendimi.Durum tamamen fizyolojik. Başım, dişim, kıçım her bir yanım ağrıyor. 

Dün Kanka olacak insan ile yine beş dakikada yapılmış bir plan ile soluğu Galata Köprüsü'nün altındaki mekanlardan birisinde aldık. O civardan geçerken bile burnunu tıkayan ben oturup balık ekmek yedim. Aslında balıkları yerken daha önce de yaşadığımız bir sahneyi yaşayacağımıza emindim. "Kanka inelim otobüsten kuscam galiba benööööğğğkkk" O gün Allah'tan biraz alışveriş yapmıştık da poşet vardı yanımda.:)

Balık ekmek yanında bira ohhh sabahlar olmasın.  Tipimi gören böylesine hassas mideye sahip olduğuma asla ihtimal vermez. (Su içsem yarıyor arkadaş :) ) Ama neyse ki korktuğum olmadı. 

Biz Emel'le bir araya gelince voltran oluşturup neşe topu gibi oluruz. (bu arada birbirimize çok uzun zamandır kanka dediğimiz için ismini kullanmak da çok garip geliyor yabancı biri gibi)  Sonra da yanımıza yaklaşan her insan da mutlaka bizim geyiklerimizden nasibini alır. Dün akşam oturduğumuz mekanda bize servis yapan abi de gevezenin önde gideni çıkınca bir süre sonra baktık ki mekan sahibi (sonradan gelen mekan sahibi miydi neciydi lan o? ) garson arkadaş falan bizim masanın etrafında kahkahalar, geyikler falan mekan bizim seslerle inliyor. Bir süre yok oluyorlar yanımızdan tam "ne konuşuyorduk biz yahu" derken yine damlıyorlar yanımıza.  Ayrılırken biz geliriz yine dedik ama bir daha Galata Köprüsü'nden geçmeyi düşünmüyoruz.  "Ulen ne yavşak insanlarız" diye diye döndük. Bu ilk kez olan bir şey değil çünkü.

Sonra tramvayda ortaokulda başlayıp bu güne gelen dostluğumuzu konuştuk. Ufak ufak anılar tekrar canlanmaya başladı. 'Orta okulda şöyle olmuştu hatırlıyor musun? Yaa lise de hani şöyle yapmıştık. Adapazarı'ndayken nasıl da güzeldi zaman ve ne kadar güzel arkadaşlarımız var oradan bize kalan. Nasıl delirtmiştik ama Vacide hocayı" 15 sene efenim boru değil. Aynı okullar, aynı mahalle, aynı ev, aynı sınıflar. Bu kadar zamandır katlanıyoruz birbirimize. Haliyle anımsayacak çok şeyimiz var. 

Özetle güzel bir akşam, güzel bir gece, ağrılı, sancılı bir sabah derdin dermanı yine ecza deposu Kanka. :)







not: dostum bu majejik midir nedir küçücükler diye üç tane birden içtim ben ama süpper bişiymiş. uuuu beybiiiii.... 


*Eric Cartman'dan dinleyiniz :)

28 Eylül 2010 Salı

12. Selim İleri - Dostlukların Son Günü



Her şeyin bir zamanı var. Özellikle kitapların ve yazarların.

Selim İleri kitaplarını elime ilk aldığımda "benim daha Selim İleri zamanım gelmemiş" demiştim. Ama inatla 90. sayfaya kadar okumuşum ki hiç adetim olmadığı halde kıvırmışım sayfanın kenarını. Özensiz okumalar işte.

Neyse ki bu kez bitirdim. Sıkılmadan, severek arada bir zorlansam da bitirdim.



Aylardan olmuş Eylül bu zamana kadar anca 12 kitap okumuşum. Yazık.

23 Eylül 2010 Perşembe

Öyle sıkmışım ki yumruklarımı kötü şeyler söylememek ya da herhangi bir şeyi parçalamamak için, hala acıyor ellerim hala duruyor tırnaklarımın izi avuçlarımda. Ahhh şekerim bu sinir bir gün beni öldürecek ya da ben bu sinirle birini öldüreceğim.

Sinirlendiğim şey de adam akıllı bir şey olsa keşke.. Nasıl katlanıyorsunuz siz bana ey etrafımdakiler? diye sormak geliyor içimden bazen. Aslında bu durum benim suçum değil, babamın en nefret ettiğim huylarına sahip olmak.

Genetik.

Ya da bir lanet. Aynaya her baktığımda, hayatım boyunca en nefret ettiğim, acılar içerisinde ölmesini dilediğim tek insana benzediğimi görmek gibi bir lanet.

Her bedduanın dönüp dolaşıp seni bulması gibi bir şey.

Kader.

Kısmet.

v.s.

v.s.








(Vesaire dedim de aklıma geldi Sunay Akın Best Fm'de "VeŞaire VeŞaire" bir program yapardı eskiden.Pek severek dinlerdim. Bir de bu sıralar Selim İleri'yle barıştığım hatta uzunca bir aradan sonra kitaplarla buluştuğum sıralar tarihe not düşmek gerekli. Sonra bir de şeytan var. "Git saçlarını kestir, sarıya boyat, röfle, balyaj ne varsa yaptır" diyor. "Protect me from what I want..." ) 

21 Eylül 2010 Salı

Üç Gece Altı Film (hayatımın rekoru)

Ben pek film izleyen birisi değilim. Bütün güzel filmleri izleyeyim, izlenmeden ölünmemesi gereken filmleri izlemeden ölmeyeyim diye bir derdim yoktur. Yalnız izlemeyi de sevmem çünkü etrafımda film izlerken deli edecek birisi olmayınca çok sıkıcı oluyor en güzel filmler bile. Çok şükür geçirdiğimiz kısa bayram tatilinde yanımda Kankam vardı da hem film izleyip hem de kendisine doya doya işkence edebildim. 









İlk filmimiz "Se7en"di.  Bu film biter bitmez içimde Fight Club filmini altmışbeşbinbeşyüzotuzaltıncı kez izleme isteği uyandı. Sonra bir de baktım ki Brad Pitt dışında bir ortak noktaları daha varmış, o da yönetmenleri; David Fincher. 

Biz beğendik ve izlerken güzel vakit geçirdik. Her ne kadar sonunu tahmin edip söylemem EmeL'i deli etse de güzeldi. Tabi filmi bu kadar geç izlediğim için kendimi gözlerimden öpüyorum. 

***  
Filmin ilk yarım saati boyunca EmeL' e "sen istedin bu filmi senin yüzünden izliyoruz ayyy çok sıkıcı öööff pööff" dediysem de açıkcası fena film değildi. Hem sıkıldığın, hem kapatmaya elinin varmadığı filmlerden bu.   Filmi tek cümleyle anlatacak olursak; bu filmde çöldeki bahtsız bedevinin, kutup ayısıyla olan aşkını izliyoruz.

Bir de; ne biçim çocuk yetiştiriyor lan ana- babalar soyun kurusun senin emi Brett! Ne biçim çocuk lan bunlar! Öf bak aklıma geldi sinirlendim yine.

***












"O kadın senin için o kadar fedakarlık etsin, sen git ilk fırsatta, hem de kör olmayan tek insanın karın olduğu bir yerde aldat o kadıncağızı. Aferin sana. Erkekler işte hep böyle! Değmez bunlara! ühühüh "
Times Magazine - EmeL



***











Yıl 2027... En son çocuk 2009 yılında doğmuş o günden sonra da tüm dünyada bir kısırlık baş göstermiş. Allah'ım hayalimdeki dünya bu ! :) Çocuk yok lan ne güzel bişi ama yok arkadaş insanlara yaranamıyorsun. Madem çocuk olmuyor napak bizde dünyayı birbirine katak lan! demişler 2027'de. Güzel ama bir yandan da insanı çok geren bir filmdi. Bitse de rahatlasak içimiz karardı dediğimiz anlar oldu. Bir de baş roldeki adam çok hoş, biz ona baktık zaten konu hakkında da yanılıyor olabilirim. :P

***











Kendisinden haberdar olalı çok olsa da izlemek anca kısmet oldu. Fantastik bir Türk filmi. İğrenç tabi ki de öğk! falan demeyeceğim. Gayet de güzeldi. Sevdik biz. Ozan'ı da sevdik, o ölmedi aramızda yaşıyor. :) Keşke bizde Ozan gibi olduğumuz köyden çıkamasak dedik. En azından burada deniz var. :)

*** 












Öncelikle şunu söylemek isterim ki; ben bu hatunu hiç sevmiyorum ! Zaten onun sıkıntısıyla başladık filme ama gerçek hikaye oluşu dikkatimizi çekti. Pek de etkilemedi. Sonunda da gözlerim dolmadı toz kaçtı tamam mı? 
***

16 Eylül 2010 Perşembe

Seni Çöpe Atacağım Poşete Yazık



- Serdar Ortaç'ın başlıkta yer alan şarkısını dinleyip de anlayan, bir anlam çıkaran var mı acaba?

- Gri renk oje istiyorum ama istemekle olmuyor. Bulamadım da baktığım yerde.

- Püsküt sevmiyorum ben. Çaya batırınca iyi de ne bilem dünyada bisküvi olmasa da olur yani. Baharatlı çubuk ve acılı mısır cipsi zaten tüm abur cubur hayatım. Çikolata da sevmem ben.

- Biraz daha Sia dinlersem kusacağım. Peki neden kendime engel olamıyorum hala?

- Eskilerden bir şey dinleyeyim dedim, aklıma ilk gelen isim Burak Kut oldu. Benimle oynamaaaa / Söyledim sanaaaaaa....

- O değil de Levent Yüksel'in eski şarkıları ne kadar da güzel. Şimdi yok sanki öyle güzel şarkılar. Var mı?

- Yukarıda sayfa başlığının altında yazan, "Sanki karpuz mu deyişik bişiy!" cümlesi Uğur Gürsoy'un Fırat karakterine aittir. Fırat çok tatlıdır. Fırat, bizim çocukluğumuz gibidir. Terlikten araba yapar, ekmek parasının üstünü harcar, annesini deli eder. Hoş annesi zaten deli biraz.


- Çok canım sıkılıyor benim, deyişik bişiyler lazım bana. Deyişik müzikler mesela, deyişik kitaplar...Birileri güzel güzel kitaplar bulup elime tutuştursa keşke. Ben aramasam, ne okusam diye düşünmesem.

- Saçlarımın %90'ının beyaz oluşu, 25 yaşında olup 35 gösterişim, kardeşimin annesi zannedilişim değil de niyeyse en yakın arkadaşlarımdan birisinin anne olması bana kendimi çok yaşlı hissettirdi. Artık akşam buluşmaları iptal, gündüzleri çocuk zırıltısıyla görüşürüz.

- Pis velet arkadaşımı çaldın benden!

- Bazen şeytan diyor sat malı mülkü git Karadeniz'e yerleş. Sonra şeytan bi git fısırdayıp durma kulağıma gıdık alıyorum diyorum. Satacak bir fotoğraf makinem var o da bozuldu bozulacak. Eminönü'nde balık ekmek yerim anca onu satınca.


- Bu arada geçenlerde Eminönü'nden geçerken nasıl güzel koktu balık. Aslında ben balık sevmem ama çok fena balık yiyesim var. Mesela Galata Köprüsünün altındaki mekanlardan birine oturasım, bira içesim falan..

- Neredeyse 10 yıllık sigara tüketicisiyim ama hala yanımda taşıyamıyorum paketi. Ya evde unutuyorum ya da gittiğim yerde. Kaç kere unuttum içinden sadece bir sigara içilmiş paketi arkadaş evlerinde. Zaten sigara olsa çakmak olmuyor yanımda. Bu nasıl içicilik.

- Bizim mahalledeki pazar dışında bütün pazarları çok seviyorum. Tezgah karıştırmayı, bir yılan gibi kalabalık tezgaha sızmayı, bir atmaca gibi avımı kapmayı falan. Kadıköy Salı pazarı en sevdiğim mekandır. Mutluluktan sarhoş olurum orada olunca. Bir de Merter'deki mağazalar var hem ucuz, hem güzel, hem bol karıştırmalı. Bizim mahalledeki pazarı da iki adımda bir tanıdık birini gördüğüm için sevmiyorum. "nabıııyonnn gııızzzz! görükmüyon hiç" 


- Görükmemek dedim de; Görükmez Adam'ı kıskandım en çok. Ne güzel istediğin her yerde bulunabilirsin ya da herkesten kaçabilirsin. Sıpaydırmen en sevdiğim çizgi kahramandı. Retkit şu an bile beni atının terkisine atsa sesimi çıkarmam. Seviyorum kendisini.

- zaman siler her şeyi ...






- Şimdi hava serinledi, sabahları uyanmak, battaniyenin altından çıkmak zaten zor. Bir de tam kalkacakken mırıl mırıl Zekai geliyor koynuma hiç kalkamıyorum. Uyusak ya öyle mırıl mırıl biz Zek'le.

- Nasıl ve ne zaman tam anlamıyla dinlenmeyi başarır insan?

15 Eylül 2010 Çarşamba

Dershane = Darphane - Gözünün Yağını Yidiğim Eğitim Sitemi

Üzerinize afiyet benim 20 yaşında bir erkek kardeşim var. Kendisi şu an da olmayan "süper lise"lerin en son mezunlarından. Dört senelik liseyi beş senede, süper liselerin kapatılması yüzünden iki farklı okulda eğitim görerek mezun olma başarısına erişmiş, çok iyi İngilizce bilen, hayatının baharında bir genç.

//Ebeveynlerimin kendisini dünyaya getirme amacının 'Seval bir çocuğun tüm sorumluluğunu almanın nasıl bir şey olduğunu öğrensin de çocuk falan yapmasın ilerde' gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Çok da başarılı oldular amaçlarında. Tabi böyle de söyleyince kardeşini sevmeyen biri gibi gözüküyorum ama aksine Pıncır'dan sonra en çok O'nu seviyorum o evde.:)//

Yıllardır kardeşimin sorumluluğu benim üzerimdedir, okulda "veli" ibaresinin karşısında bile benim adım yazar.Velisi olduğum bu gencin şu sıralar üniversiteye girme derdi ile boğuşmaktayım. E tabi malumunuz şahane eğitim sistemimiz sayesinde dershanelere bir miktar para ödemeden öğrencilerin üniversiteye girmeleri imkansız gibi bir şey.

Bir süredir dershanelerle görüşüyorum, bilgi ve fiyat alıyorum ama duyduğum fiyatlar neticesinde dudağım uçukladı demek az kalıyor. Beynim uçukladı. Bir muhasebeci olmama rağmen rakamların ne anlama geldiğini falan unuttum resmen.

Hadi fiyat meselesini geçtim. "Hangi dershane daha iyidir?" derdine düştüm. Lisenin son senesinde gittiği dershanenin hocalarına küfürler savuruyor şimdi bizimkisi. "Nasıl emin olacağım iyi bir eğitim verdiklerinden?" diye düşünmeye başladım. İşin kötüsü her zamanki gibi yine bir yol göstericim yok. Yine deneme - yamulma yöntemi ile bulmak zorundayım.

Sonra dedim ki; Ulan bu çocuk da , ben de ve daha binlerce çocuk da 8 sene ilköğretim, 4 sene de lise eğitimi olmak üzere tam 12 sene eğitim görüyorlar. 12 sene yahu! 12 sene! ne okuyoruz biz arkadaş o 12 senede? Hadi ben meslek lisesi mezunuydum, benim derslerim meslek dersleri ağırlıklıydı. Peki o kadar düz lise mezunu insan niye bir üniversiteye giremiyor dershaneye gitmeden? Bir çocuğu eğitmek için elinde tam 12 sene varken devletin, niye sadece 1 - 2 senelik neydüğü belirsiz kişiler tarafından verilen dershane eğitimine muhtaç oluyoruz ? Niye?

Aaaa tabi bu arada dershaneye sadece lisede değil ilkokul üçüncü sınıfta falan başlanıyor artık.

Peki niye okullar var? Neden? Kalksın okullar dershanelere bayılalım paraları çocuklar da bir üniversiteye girebilsin.

Tabi sonra da sanki üniversiteye gitse değişik bir şey olacak düşüncesinde boğuldum. Belki hiç istemediği bir bölümde okuyacak, sonrasında işsizlik, mutsuz bir iş hayatı, ya da çok severek okuyacak, eğitiminin çok dışında bir iş yapmaya başlayacak. Eninde sonunda mutsuzluk olacak sonra dönecek diyecek ki; "heh! okudum da ne oldu. Çok istediniz okumamı başınız göğe erdi mi? Okumadan da mutsuz bir hayata sahip olabilirdim" 


Belki bunlar olmaz iyi bir geleceği olur diyerek vazgeçiyorum bu düşüncelerden.

Bir gelecek.... Bir gelecek.... Gelecek.... Türkiye... Bugün... Yarın...

İyi bir gelecek çok zor aslında. İyi bir geleceğe kimlerin kavuştuğunu biliyoruz bu ülkede: Cemaatçiler.

Bir ara dedim ki; tüm düşüncelerimi, tüm fikirlerimi hiçe sayıp gidip şu cemaatin dershanesine yazdırayım bu çocuğu. En azından bir geleceği olur. Belki bizim gibi sürünmez. Görüyoruz çünkü gözlerimizin önünde capcanlı örnekleri var. Biz özel sektörde tutunacağız, üç beş kuruşa geçinmeye çalışacağız, kıçımızı kollayacağız diye uğraşırken, cemaat sektöründe kıç yaya yaya yaşıyorlar.

O kadar ümidimi kaybetmiş durumdayım ki bu ülkede bir geleceğe dair. Bu konuda kendimi ikna ettim ve kardeşime de dedim "seni .... dershanesine yazdıracağım." Kardeşim "sen sanırım onların cemaatin olduğunu unuttun galiba ben gitmem onların dershanesine" diyince, "Allah'ım sana şükürler olsun" diyerek derin bir nefes aldım. Çünkü eğer 'farketmez, olur' falan deseydi ben şimdi onlarla görüşmeye gidecektim.

(Şimdi "ne yapıyor o adamlar hem çocukları eğitiyorlar, hem dinlerini öğretiyorlar kötü bir şey mi yapıyorlar" diyen olabilir.Diyorlar çünkü biliyorum. Biz dinin insanlara baskı, korku aracı olmasını yanlış buluyoruz. Dindarlık zorlamayla olmaz, biz dinimizi istediğimiz gibi yaşarız. Hesap vereceğimiz kişi de hiç bir insan evladı değildir. )

Çok karışık aklım, kabul edemiyorum hani derler ya kanıma dokunuyor, işte aynen öyle oluyor. . Yıllarca eğitim, bir sürü eğitimci, o kadar kitap hiç mi bir şey öğretmiyor bu gençlere?  Dershaneler varsın olsun ama onlar olmadan da önlerindeki sınavları başarıyla geçebilecek kadar iyi bir eğitim alsın bu çocuklar.

Zaten sınavlar ayrı bir saçmalık. Gençler şimdi dünyadan habersiz! Gençler hiç kitap okumuyor! Gençler bu ülkede olanlara duyarsız! Genler Cumhurbaşkanını bile tanımıyor! diyorlar ya hani.

Demesinler. Çocuklar ana-babalarını tanımıyorlar artık hayatları sadece sınav ki bu sınav derdi 30 yaşına da gelsen bitmiyor bazen.

Beynim sinirden dışarı fırlayacak gibi oluyor düşününce. İnsan değil, her şeye "he" diyen koyunlar yetişmesine çalışılıyor yıllardır.

Çok da başarılılar maşallah!!

"he" diyorum bende "he!"

Bir milyon dolar on adet jipe verilirken, devlet okulların kendilerini döndürebilmek için haraç keser gibi velilerden bağış toplamak zorunda oluşuna "he!" diyorum.

Eğitim sistemi yerlerde sürünürken ben görmedim, duymadım, bilmiyorum diye üç maymunu oynayan bakanlara "he!" diyorum.

O bakanlara tapar gibi bakanlara da "he!" diyorum.

Dünyaya, tüm olaylara at gözlükleriyle bakanlara da "he!" diyorum.

Açlık sınırı üçbin liraya dayanmışken beşyüz liralık asgari ücret de "he!" diyorum.

Devletin uçağıyla gezmelere gidenlere de "he!" diyorum.

Toprağı karış karış satanlara da "he!" diyorum.

he anam heee!

11 Eylül 2010 Cumartesi

Tatil ne güzel şeymiş!


fotoğrafı çeken dostuma sevgilerle :) 

Hayatımda en nefret ettiğim şeylerin başında poz vermek gelir. O parmak deklanşöre basıp da o perde kapanıp tekrar açılana kadar geçen süre bana yıl gibi gelir. Sıkılırım, o nedenle de fotoğrafların %90'ında ya dil çıkarmış ya da suratımı garip şekillere sokmuş olurum. Sanırım Emel de o nedenle arkamdan çekmeye karar verdi beni. :) Bu Emel'in tehditleri ile verilmiş bir pozdur. "Doğru dur kafanı kırarım senin!! Dönme gerrriiiee" diye bağırdı bana. ühü.  (aramızda kalsın pek sevdim bu fotoğrafı.zaten ismimi yaz fotoğrafın üstüne diye tutturdu iyice kalkmasın bir tarafları. ) 


Çello Çalan Kedi'nin gölgelerine selam çakarak devam edelim. :)
(iç sesler ; -Gölgem bile şişko lan!, - Yok beaaa üstümdeki gömlekten o boldu ondan öyle, -hey, soul sisterrr,  -bu ojeler hiç yakışmadı bana, -degidi degidi zalimeeeyy zormiysen hiç halim eeyy ) 
(kesinlikle ikinci seçenek ;) )

Kumsalda dolaşmakla yetinmedim, bütün hücrelerim donsa da denize girdim.Özellikle bayramın üçüncü günü soğuğu iç organlarımda bile hissettim. Dalak, böbrek falan ne varsa titredi hepsi. Ama azmettik "ulan küçücük veletler bile şipir şipir suyun içinde biz mi giremiycez beeeaaa!" dedik. Hala titriyorum Allah seni inandırsın.

Esenköy küçücük bir yer bizimde içimizden o küçücük yerden çıkmak gelmedi açıkçası. Tüm zamanları kocaman bir şehirde uzun uzun yollarda geçirince küçük yerler daha güzel geliyor insana.. Gündüz kah deniz kenarında dolaştık, kah denizin dalgalarıyla oynaştık. Akşamları bol bol film izledik. Birbirimizle didiştik. Bol sigara tükettik. Çekirdek çitledik. Çok güldük. Ağlamadan da olmazdı tabi. Ayrıca ayrı ayrı akıllı insanlar olmamıza rağmen bir araya gelince pek bir aptal oluyoruz O'nu farkettik. Ne yapacağımızı bilemediğimiz anlar da oldu arada, biz iki garip arkadaş hiç tatil yapmamışız ki doğru dürüst, tatilde ne yapılır bilmiyoruz. :)

Binbir aksilik de oldu tabi her zamanki gibi. Sahilde mutlu mesut güneşlenirken beni arı soktu mesela. Bu kadar can acıttıklarını unutmuşum. Evde kocaman bir cam kırıldı. Döneceğimiz gün camcıdan çıkarken kayıp düştüm, kolumu ve belimi çarptım merdivenlere şu an ağrıdan ölüyorum. Kankamın da dediği gibi, tatilden sonra bir tatile ihtiyacı olan bir insanım ben. 


dostun gözünde ben...

Aslında bu tatile O'nu üzen aşk acısı vesile oldu. Maksat kafa dağıtmak. Ama başka biri olsaydı yanımda bu kadar eğlenemezdim ki daha önce de eğlenememiştim zaten. Başkası olsa zırlar, ağlar falan kendini de yanındakini de mutsuz ederdi.

15 sene boyunca yan yana olunca, leb demeden leblebinin tarihçesini çıkarıyoruz artık birbirimizin aklından.
 Acaba bu dediğime alınır mı? Acaba sıkılır mı ben bunu istemiyorum desem ? gibi şeyler düşünmüyorum O'nun yanındayken ve ayrıca dırdır edip O'nu deli etmek çok zevkli. Her ne kadar şu an çok üzgün olsa da geçecek. İki gözü iki çeşme ağlarken bile espri yapmasından belli  :)

güzeldi yahu. :)


7 Eylül 2010 Salı

- Cuma akşamından başlayarak çok koşuşturmacalı ve bir o kadar da güzel bir hafta sonuydu. En sevdiğim arkadaşlarımla beraber geçirdim günlerimi. Hepsinden önemli en sevdiğim dost yanımdaydı. Uzun süredir yapmadığımız bir şey yapıp eğlendik. Alışveriş yaptık. Yine her zamanki gibi alışveriş yaptığımız her yeri birbirine kattık. 

- Grooveshark dedim. Canımsın dedim. Seviyorum dedim. Pazartesi sabahı bu siteye ulaşım engellenmiştir diye bir yazıyla karşılaştım. Sonra dedim ki; Penguen dediydi böyle olacağını. Sonunda komple yasaklayacaklar interneti. 




- Oren Lavie, canım benim. Ne güzel sesin var senin yahu ! Bugün Oren Lavie günü olsun benim için. Yorgunluğa da iyi geliyor. Açıyorum Grooveshark'ı dinliyorum. Mahkeme kararına inat. :)

- Patron gelecek birazdan benim yaptığım işe bak allaasen!

- Şimdi çok yorgun ve açım gece bir şey yemedim sanırım hatırlamıyorum da çok uykum vardı. Ben yarın 18:15'te Esenköy'e doğru yol alacağım. Yıllar yıllar ardından ilk defa üç- dört günlüğüne de olsa tatil yapacağım. Ayaklarımın neyin fotoğrafını çeker koyarım bloga. (Tatile giden blogcu adeti ya bu) 

- hadi güle güle.

2 Eylül 2010 Perşembe

kedili günler

Bu fotoğraf çirkin kedi Zekai hayranları için; ( :P )


Kendimi bildim bileli kedi bir kedimiz olmuştur. Ama biber kızartması yiyen hatta biber kızartması için deli olan bir kedi daha önce görmemiştim. Tabi söz konusu kedi Zek olunca tüm bildiklerimizi unutuyoruz. Çiğ ıspanak yemişliği de var sonuçta.



Nihayetinde kitaplığıma kavuştum. Fakat bizimkiler de heyecenla kitaplığı bekliyormuş.

Fındık hanım kitapları devirip bir kısmını yere atınca biraz azarladım, sonra o da bana dönüp "ne bağrıyooon lan bizim bu raflar. senden önce biz gördük" bakışını attı. Fındık'tan yarım saat önce de aynı işlemi Zekai yapmıştı. Anlaşılan bunlardan çekeceğim var. Savaşmamız gerekiyor bakalım kim kazanacak?



lingo lingo şişeler **


Bana dokunmasalar üç gün yayılır yatarım gibi bir his var içimde. 
(dün gece hiç uyumadığım için olabilir mi?)



Bir de tam tersine hoplayıp, zıplayıp, eller havaya şeklinde dolaşmak. Yihuuu diye bağırmak falan.
(tatil yaklaştığı için olabilir mi?)







**Bu şarkıyı Zeki Müren'den bir dinleyin. Hele en başında "lingo lingo şişeler" deyişi var ya... Bayılıyorum...  Bazı insanlar var ki durup şükrediyorum aynı topraklarda yaşadığımız için, aynı dili konuştuğumuz için... Zeki Müren de o insanlardan biri benim için.